31 Temmuz 2013 Çarşamba

BEBEKLERİN EMEKLEME DEVRİ NEDİR ?


Bazı anne-babalar, bebekleri emeklemiyor diye endişelenirler: Küçük adam emeklemeden doğrulup ayağa kalkmaya başlamış, masalara, sandalyelere tutunarak "sıralama" devrini geçmiştir. Bunda endişelenecek hiçbir şey yoktur. Bazı bebekler son derece meraklı ve aceleci olduklarından, uzun süre, hatta hiç, yerlerde sürünmeyi istemezler. Çevreleriyle en çabuk ilişki kurabilecekleri yolu denerler.Ancak bu yol kendileri için oldukça güç ve yorucudur. Yani dokuz-on aylık iken ayağa kalkıp, sıralayan bebekler, bunun güçlüğünü görürler. Sık sık yere düşer ve işte bu sırada emeklemeyi keşfederler. Emeklemenin daha emin ve rahat olduğunun farkına vardıkları an, ayağa kalkmaktan vazgeçip, emeklemeye başlarlar. "Doğru ve gerçek" emeklemenin nasıl olması gerektiği konusunda, kesin bir tanımlama yapılamaz. Her çocuğun kendine özgü bir emekleme yöntemi vardır; kimi hem elleri, hem kollarıyla, kimi yalnız ellerinin yardımıyla , kimi ileri, kimi geri, kimi yana, değişik şekillerde emekler. Bu yöntemi, bir çok deneylerden sonra, yine kendileri bulurlar.Bazı bebekler ise, emeklemek için hiçbir harekette bulunmazlar. Köşelerinde oturup, oyuncaklarına uzanarak vakit geçirirler.Böyle durumlarda, anne-baba bebeğin işini çok kolaylaştırıyor demektir. Bu nedenle, her şeyi bebeğin yakınına koymak, eline vermek yerine, onun çaba göstermesine yardım etmelidir. Eğer bebek yönlendirilmediği halde yine emeklemiyor çaba göstermiyorsa  o zaman zayıf da olsa bir gelişme bozukluğu söz konusu olabilir. Bir doktora başvurmak, yerinde bir davranış olur. Erken teşhis edilen bozukluklar, özellikle bu çağlarda özel tedavilerle tamamen ve kısa sürede düzeltilebilir.

KOMPOZİSYON YAZMANIN 10 KURALI NELERDİR ?

Başarılı kompozisyon yazmak için 10 önemli kural vardır, konunun ele alınmasıyla son şeklini alması arasında geçen zaman, hem kompozisyonun  kalitesi, hem de alınacak notun yüksekliği açısından oldukça önemlidir.Önemli kurallar dikkatle göz önüne alındığında, öğrenci ortaya gerçekten başarılı bir kompozisyon çıkartabilir. Bu noktalar, çeşitli kompozisyon tipleri için rahatlıkla kullanılıp, uygulanabilir.

1- Verilen konu iyice anlaşıldı mı ? 
Özellikle hayali geniş öğrencilerin konudan sapıp uzaklaşmaları, oldukça kolaydır. Akıllarına bir anda bir çok şey gelir ve hangisinden başlayacaklarını bilemezler. Ancak iyi bir kompozisyonun ana kuralı, belli bir olay hakkında elden geldiğince çok şey anlatmak, ama bir çok yan öğeye girmemeye dikkat etmektir. Konunun iyice anlaşılıp anlaşılmadığını, şöyle deneyebilirsiniz: İç başlıkların hepsi konuya uygun mu ? Yerler ve geçişler doğrumu ? Bölümlerde tekrar var mı ? Olayda sözü edilen diğer kişilerin seçimi doğru mu ?
2- Tekrar var mı ? 
Kompozisyon içinde aynı şeyi birkaç kez anlatmak ya da aynı konulara değinmek, okurda can sıkıntısı yaratır. Bu nedenle başta tekrarlanan konular olmak üzere, sözcükler de gözden geçirilip, ayıklanmalı ve olabilirse aynı anlamdaki diğer sözcüklerle değiştirilmelidir. Özellikle aynı paragraf içinde sık sık aynı sözcükleri kullanmak, ya da paragraflara hep aynı sözcüklerle başlamak, oldukça kulak tırmalayıcı bir tekniktir.
3- Cümle başları çeşitli olmalıdır;
Bir önceki noktada da belirtildiği gibi, cümlelere hep aynı sözcüklerle başlamak, okuru sıkar. " Biz okuldayken...Bize, arkadaşlarla oynarken... Bizim araba kaza geçirdiğinde...Bizim evin bahçesi." görüntüyü bozan ve okuru sıkan, yanlış bir yazma tekniğidir.
4- Okur, olayı gözünde canlandırabiliyor mu ?
Kompozisyonda tasvir edilen kişiler, yerler, hayvanlar ve olaylar, en ince ayrıntılarıyla verilmelidir. Örneğin "köpek" demek yeterli değildir. "Beyaz bir fino köpeği" denmelidir; ya da "Köprüde koşuyordu" demek yerine, "Geniş adımlarla, kudurmuş gibi akan suların üzerindeki köprüden, hızla geçmeye çalışıyordu." dendi mi, olay çok daha canlı aktarılmış olur.
5- Konuşmaları geniş kapsamlı tutmak :
Birkaç kişiyle birlikte yaşanmış bir olay anlatılıyorsa, bu kişilerin de konuşmalarının aktarılması gerekebilir. Genellikle diğerlerinin konuşmaları, dolaylı olarak aktarılır. Örneğin, "Sonra Murat bana seslendi' , 'Hemen bu tarafa geç' dedi. Çünkü sel geliyordu," demek yerine, "Kemal, çabuk ol ! Sel geliyor. Hemen bu tarafa koş!" diye yazılırsa olay daha canlı aktarılır.
6- Duyguları ifade etmek :
Bir olayı anlatırken, olaya karışan kişilerin duyguları da yansıtabilir. Böyle bir durumda kişinin duygusunu doğrudan anlatmak yerine, duygunun somut belirtilerini de yansıtmak yerinde olur. Örneğin, "Murat oldukça heyecanlıydı," demek yerine, "Murat'ın heyecandan avuçları soğuk soğuk terlemeye başladı. Gözlerini iri iri açmıştı. Dizleri de titriyordu." demek, daha çekici ve anlamlı olur. Yazanın, aklından geçen bir düşünceyi aktarması hali de gerekebilir. Böyle bir durumda da kendisine soru yönelterek düşünceyi anlatabilir: "Annem ne diyecek acaba?" ya da, "Babam doğum günümü gerçekten unutmuş muydu?" gibi.
7- En önemli bölüm, nasıl anlatılır ?
Bir olay anlatılırken, olayın giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinin tekdüze bir biçimde anlatılmamasına özellikle dikkat edilmelidir. Öyle ki, bu tekdüzelik içinde okur, "İyi, ama bunun heyecanı nerede?" diye sorabilir. Bu gerilimli noktayı bazen yazarın kendisi de gözleyemez. Ancak kendi kendisine şunu sorabilir: "Olayın birden ters döndüğü, duygu ve düşüncenin altüst olduğu yer neresidir ?" Örneğin, sevinçle beklenen bir olay yerine,
mutsuz bir olay gerçekleşmesi, kararsız bir yerdeyken, yolun ve yönün birden aydınlanıp, kendisini belli etmesi, gerilim noktası olabilir. Yazarın, okuru bu önemli noktaya hazırlaması gereklidir. Konu bu noktaya gelip dayandığında kısa ve keskin cümleler kullanılmalıdır.
8- Zamana dikkat !
Bir olay, daima di-li geçmiş zamanda anlatılır. Bunu kesinlikle denetlemek gerekir. Ancak olayın gerilim noktası, şimdiki zamanda da yazılabilir.
9- Sözlüğe bakmak,
Bir kompozisyonda en önemli öğe, yazım değildir. Ancak doğru yazıma da özen gösterilmelidir. Noktalama işaretlerine dikkat etmelidir. Nasıl yazıldığından emin olmadığınız sözcükler için mutlaka sözlüğe bakılmalıdır.
Özellikle dolaysız konuşmalar aktarırken, noktalama çok önemlidir. Örneğin; " Birden anahtarımı almadığımı fark ettim. Hemen seslendim: 'Murat! Anahtarımı getirir misin ?"
10-Herkes anlayabilmeli !
Fikirlerin peş peşe sıralanması ya da birinden ötekine atlama, okurun dikkatini dağıttığı gibi, kompozisyonun kolay anlaşılır olması niteliğini bozar. Bu nedenle yazının temize çekilmeden önce, sıralama açısından denetlenmesi, çok yerinde olur.
Önemli bilgi
Bir öğrenci kompozisyon yazarken, aynı anda hem konu, hem sıralama, hem de yazım kurallarına dikkat etmeyebilir. Bu nedenle hepsini birden yapmak yerine, bunları sıralayarak gerçekleştirmek daha doğru olacaktır. Bu 10 önemli noktayı akılda tutmak , çocuklara güç gelebilir. Bu nedenle kompozisyon yazmadan önce bir "kopya" hazırlayabilirsiniz.:  Konu / Tekrarlar / Cümle başları / Canlandırma / Dolaysız konuşma / Duygular / Gerilim noktası / Zamanlama / Yazım / Anlaşılırlık.
     

30 Temmuz 2013 Salı

HAMİLE ANNELER NEDEN GÜZEL OLURLAR ?


Bir bayanın hamile kaldığını, daha ilk aylarda yüzünün ifadesinden ve gözlerindeki pırıltıdan anladıklarını ileri süreriz. Gerçekten doğrumu'dur bu ?
Gebelikte vücudun sıvı depolaması sonucu yanakların, dolgunlaş'tığı, hatların yumuşadığı, yüzün daha kadınca bir görünüme büründüğü elbette doğrudur. Gözlerdeki parıltının, yüzdeki mutlu ifadenin nedeni de, kadının anne olmaktan duyduğu kıvancı dışa vurmasıdır. Hamilelerin büyük çoğunluğu, yeni uyarılara daha açık ve duyarlıdırlar. İlk ayları atlattıktan sonra, kendilerini dünyayı kucaklayacak kadar güçlü, enerji dolu hissederler. Yaşamları yeni bir anlam kazanır. Gelecekle ilgili tasarılar, umut, bekleyiş ve merak içinde olurlar. Hamilelik döneminin ortalarına doğru, kadınların içini büyük bir huzur kaplar. Önceki yaşamlarına oranla daha dengelidirler. Çevreleriyle pek ilgilenmezler, dikkatleri "içlerine" yöneliktir; dünyaya getirecekleri bebekle ilişki kurmaya çalışırlar. Vücutlarının derinliklerinden büyük bir gelişmenin gerçekleştiğini bilmek, onları rahatlatır. Ancak anne adaylarının büyük çoğunluğu, bu iç huzurunu büyük çaba sonucu kazanabilir. Çünkü hamileliğin başlangıcında ciddi sorunların çözümlenmesi gerekir. Karı-koca arasında doğan sorunlar, ruhsal çelişkiler, korku, güvensizlik ve içten içe, sorulan çocuk doğurmanın doğru olup olmadığı sorusu, kadının ilk aylarda büyük savaşım vermesini zorunlu kılar. Bu çetin dönemin sonunda, anne adaylarının güzelleşmesinin en önemli nedeni, belki de hamilelikte olgunlaşmaları, hamileliği kabullenmeleridir.

ALANYA ? Sea, sand, sun and history


Alanya lies on a small peninsula surrounded with Taurus Mountains in north and Mediterranean in south. Sinceit has been right on the border between Pamphilia and Cilicia in ancient times, it has been included sommetimes in Pamphilia and the others in Cilicia. Who established this city, and when it was established, is not clear yet.
Both a beach holiday and a cultural holiday can be fit in the same sack in Alanya ; on one side there appears sea, sun, and the Taurus Mountains with it pine and cedar forest, and on the other the historical monuments.
Alanya Castle is a 13th century Seljukian remnant with its 83 towers and 140 donjons. It takers about an hour to climb to the castle, though you can easily drive up there. Red Tower (Kızılkule) is another Seljuk remain on the harbor ; it has been built to protect the harbor and the shipyard preventing the attacks from the sea, and has always been used for military purposes. The first floor of this Seljukian shipyard on Mediterranean simply by walking on the walls next to the tower-free admission.

29 Temmuz 2013 Pazartesi

ANADOLU MEDENİYETLER MÜZESİ NEREDEDİR ? TARİHİ ÖZELLİĞİ



Ankara Kalesinin güneydoğusunda, At pazarı semtinde yer alır.

Ankara’da ilk müze, Kültür Müdürü Mübarek Galip Bey tarafından 1921 yılında kalenin Akkale olarak isimlendirilen burcunda kurulmuştur.
Atatürk’ün telkinleriyle merkezde bir “Eti Müzesi” kurma fikrinden hareket edilerek diğer bölgelerdeki Hitit eserleri de Ankara’ya gönderilmeye başlanınca geniş mekanlara sahip bir müze binası gerekli görülmüştür. O zamanki Kültür (Hars) Müdürü Hamit Zübeyr Koşay tarafından, devrin Maarif Vekili Saffet Ankan’a metruk halde bulunan Mahmut Paşa Bedesteni ve Kurşunlu Hanın onarılarak müze binası olarak kullanılması önerilmiş, bu fikir kabul edilerek, 1938 yılından 1968’e kadar devam eden bir restorasyon çalışması başlatılmıştır. Bedestenin orta bölümünde yer alan kubbeli mekanın büyük bir kısmının onarımının 1940 yılında bitirilmesi ile eserler, Alman Arkeolog H. G. Guterbock başkanlığındaki bir heyet tarafından yerleştirilmeye başlanmış, 1943 yılında binaların onarımı devam ederken, orta bölüm ziyarete açılmıştır. Bu bölümün onarım projesi Y. Mimar Macit Kural, ihale sonrası onarımı ise Y. Mimar Zühtü Bey tarafından yapılmıştır. 1948 yılında Müze İdaresi Akkaleyi depo olarak bırakıp, Kurşunlu Hanın onarımı tamamlanan dört odasına yerleşmiştir. Kubbeli mekanın çevresindeki arastanın restorasyon ve teşhir projeleri Anıtlar Yüksek Mimarı İhsan Kıygı tarafından hazırlanmış ve uygulanmıştır. Beş dükkan orijinal halde bırakılıp, dükkan aralarındaki bölmeler kaldırılmış ve böylece, teşhir için geniş bir çevre koridoru elde edilmiştir. Müze yapısı 1968 yılında son şeklini almıştır. Bugün idari bina olarak kullanılan Kurşunlu Han’da araştırmacı odaları, kütüphane, konferans salonu, laboratuvar ve iş atÖlyeleri yer almakta, Mahmut Paşa Bedesteni ise teşhir salonu olarak kullanılmaktadır.

Bugün kendine özgü koleksiyonları ile dünyanın sayılı müzeleri arasında yer alan Anadolu Medeniyetleri Müzesinde, Anadolu Arkeolojisi, Paleolitik Çağdan başlıyarak günümüze kadar Osmanlı devrinin bu tarihi mekanlarında kronolojik bir sırayla sergilenmektedir. Bunlar Neolotik, Kalkolotik, Eski Tunç, Asur, Hitit, Frig, Urartu, Geç Hitit uygarlıklarıdır. Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Paris Loure, Londra British Museum'dan sonra dünyanın en önemli üçüncü arkeoloji müzesidir.

28 Temmuz 2013 Pazar

VAN BİR TARİH VE KÜLTÜR KENTİ

Van; Doğu Anadolu'nun gerçek anlamda bir incisi. M.Ö. 4000'li yıllara dayanan geçmişi ile bir tarih ve kültür kenti. Urartu Devletinin Başkenti... Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde önemli bir merkez olan Van,
1. Dünya Savaşında Ermenilerin isyanı ve Ruslarla işbirliği neticesinde Mayıs 1915'de Ruslar tarafından işgal edilir. 2 Nisan 1918 de işgalin sona erdirilmesine kadar geçen sürede yaklaşık 32.500 kişi şehit edilmiştir.
Van, tarihi ipek Yolu üzerindedir. İnanç turizmi açısından da büyük öneme sahiptir. Şehir merkezinde kale civarında bulunan Hüsrev Paşa Külliyesi 1567 yılında Van Beylerbeyi Hüsrev Paşa tarafından Mimar Sinan'a yaptırılmıştır. Van Gölü üzerinde Akdamar adasında yer alan Akdamar 92-95 yılları arasında Vaspurakan Kralı 1. Gagik tarafından Mimar Keşiş Manuel'e yaptırılmıştır. Şehre 50 km. uzaklıktaki Gevaş iskelesinden
teknelerle 20 dakikalık bir yolculuktan sonra ulaşılan ada, yaz döneminde yerli ve yabancı turistlerin büyük ilgisini çekmektedir.
VAN KALESİ : Van Kalesi şehir merkezinin Van Gölü'ne bakan kıyısında Urartu Kralı 1. Sardur tarafından M.Ö. 840-825 yılları arasında yaptırılmıştır. Doğu-Batı istikametinde yaklaşık 1500 metre uzunluğunda doğal bir kaya oluşumu üzerine inşa edilmiş kalede yapılan restorasyonlarla Urartu döneminden kalma kerpiç işçilik bile korunmaya çalışılmıştır.Van yüz ölçümü bakımından Türkiye'nin 6. büyük ilidir. Doğu Anadolu'nun volkanik dağlarla çevrili çukur kesiminde bulunan Van Gölü'nün doğusunda 1725 metre rakım yüksekliğine sahiptir. Van, Türkiye'nin en fazla güneş alan illerinden biridir. Urartular döneminde "Tuşba" olan isminin anlamı "güneşi bol olan" manasındadır.
VAN GÖLÜ : 60 bin yıl önce Nemrut volkanının patlaması sonucu bugünkü şeklini alan Van Gölü, 3712 kilometre kare yüz ölçümü ile Türkiye'nin en büyük gölüdür. En derin yeri 451 metre olan gölün denizden yüksekliği, 1650 metredir. Van gölünde büyük boyutlu en büyüğü Akdamar adası olan dört ada bulunmaktadır. Ayrıca Van-Tatvan arası feribot seferleri ve Van-Adilcevaz arası deniz otobüsü seferleri,göle halk arasında neden " Van Denizi" denildiğini göstermiştir.
VAN KEDİSİ : Cana yakınlığı, beyaz ipeksi kürkü, aslan yürüyüşü, tilki kuyruğuna benzeyen uzun ve kabarık kuyruğu, değişik göz renkleri ile Van kedisi dünya üzerinde melezleşmeyen , sağlığını koruyabilen canlıların başında gelir.
İNCİ KEFALİ : Yalnızca Van Gölü'nün tuzlu ve sodalı suyunda yaşayabilen endemik bir balı türüdür. Ortalama 20 cm. boya ce 70 gr. ağırlığa sahiptir. Halk arasında Van balığı adıyla da anılan balık, tuzlanıp kurutularak dört mevsim zevkle tüketilmektedir.
VAN KAHVALTISI : Oltu peynir, lavaş ekmek, pide veya çörek, bal-kaymak, kavurmalı yumurta, otlu cacık, murtuga, kavut ve taze ceviz reçeli gibi bir çok zengin çeşit ile Van kahvaltısı, gerçekten büyük bir görsel şölen. Kahvaltı kültürü bütün yurda yayılmış Van kahvaltısını sıcak süt ve pide eşliğinde Van'da yaşamak ise ayrı bir zevk.

ÇENE EKLEMİ NEDİR HASTALIK BELİRTİLERİ NELERDİR ?

Çene eklemi başta yemek yeme olmak üzere konuşma ve soluk alıp verme gibi hayati fonksiyonların yerine getirilmesinde rol oynayan çok önemli bir eklemdir. Çene eklemi hastalıklarındaki belirtiler şunlardır:
* Çene hareketlerinde değişiklik ve kısıtlılık,
*:Çene ekleminden hareketle ses gelmesi,
* Boyun ve çene eklemi kaslarında ağrı ve hassasiyeti,
* Ağız açılıp kapanırken kaymaların olması,
* Kulak çınlaması,halsizlik, baş dönmesi,
* Çiğneme bozukluğu,
*Sinirli kişilik yapısı.
Çene eklemi hastalıklarında tedavi, Teşhise yönelik yapılacak tedavi yanında asıl amaç, her şeyden önce hastanın bu konuda eğitilmesi ve buna neden olan faktörlerin kaldırılmasıdır. İlaç tedavisi ağrıyı kesmek, kasları gevşetmek amacıyla verilir. Antidepresan  ilaçlar bu hastalıklarda kullanılmaktadır. Stresin oluşturduğu diş sıkmalarında özellikle bu ilaçlar daha çok faydalı olmaktadır. Fizik tedavi yöntemleri içinde ağrı kesici elektrik akımları, yüzeysel ve deri doku ısıtıcıları kullanılır.Böylece hastanın ağrısı azalır, kaslar gevşer, kısalmış dokuların gerilmesinde bir zemin hazırlamış olur. Çene ekleminde ileri bozulmalarda özellikle eklemin aşınması ya da diskin bozulduğu durumlarda eklem içi ağrı kesici maddeler verilebildiği gibi, eklem düzensizliğinin arttığı durumlarda eklem kayganlığını arttırıcı maddelerde verilmektedir.Diş teknikerlerine yaptırılan Splintler de çene eklemi hastalıklarında kullanılmaktadır. Splintler, disk yer değiştirmelerinde diski normal konuma getirmek amacı ile kullanılan ağız içi plaklardır. Zaman zaman çene ekleminde kilitlenmeler de olmaktadır. Kilitlenmeler ya ağzın büyük açılması yada sıklıkla görülen strese bağlı olmaktadır.Böyle kilitlenme durumlarında elle yapılan tedavi uygulaması işe yaramaktadır. Çene eklemi hastalıklarında koruyucu önlemler ise ;
1- Çok sert gıdaları ısırmaktan kaçınılmalı, çok fazla sakız çiğnenmemelidir.Bir yiyecek, ısırmak yerine,ufak lokmalar şekline getirilerek yenmelidir.Tek taraflı çiğnemekten kaçınılmalıdır.
2- Esnerken ve gülerken ağız fazla açılmamalıdır.Gerekirse alt çeneden elle tutulmalıdır.
3- Boyun ve yüz soğuk havadan korunmalıdır.
4- Yüksek yastıkla yatmaktan kaçınılmalıdır.
5- Uzun süre konuşmak ya da şarkı söylemekte çene kaslarını yormaktadır.
6- Baş ve boynun doğru pozisyonda kullanılmasına dikkat edilmelidir.
7-Ağızdan solunum yerine, burunla ve daha derin solunum yapılmalıdır.
8- Araba kullanırken başın arkası desteklenmeli ve dil durmaya çalışılmalıdır.
9- Dil, ağız tavanında gevşek bir şekilde tutulmalı, Dudaklar kapalı ancak dişler üst üste durmamalıdır. Bu şekilde çene ve boyun kasları gevşek halde bulunurlar.

27 Temmuz 2013 Cumartesi

İSLAMİYET NEDİR ve Hz. MUHAMMED (ss)

Hz. Muhammed (SS)  Arabistan Yarımadasının Mekke şehrinde Dünyaya geldi. Baba Abdullah, annesi Amine'dir. Amcası Ebu Talibin yanında büyüdü. Gençliğinde dürüstlüğü ve güvenirliğinden dolayı Mekkeliler'in Muhammedül emin diye isim taktıkları Hz. Muhammed 25 yaşında Hz. Hatice ile evlendi. 610 senesinin Ramazan ayında Hira mağarasında tefekküre çekilen Hz. Muhammed (ss) bu ayın 25, 27 veya 29. gecesi, Allah'ın, Cebrail isimli melekle göndermiş olduğu vahy'ye muhatap oldu. Hz. Muhammed (ss)'e ilk olarak Hz. Hatice inandı. Hz. Hatice'yi, Hz. Ali, Ebu Bekir ve diğerleri takip etti. Bir süre inançlarını gizleyen Müslümanlar, Hz. Ömer'in aralarına katılmasıyla 40 kişi oldular ve inançlarının gereğini açık, açık yerine getirmeye başladılar. Günden güne yayılan İslamiyet'ten tedirgin olan Mekkeliler, Hz .Muhammed'i (ss) önce vaadlerle yolundan çevirmeye çalıştılar, bunda başarı sağlamayınca öldürmeye karar verdiler. Bu kararı uygulayacakları gece Hz. Muhammed (ss), Hz. Ebu Bekir (ra)la beraber Mekkeden çıkarak Medine'ye hicret etti. Bu göç hicri tarihin başlangıcı sayıldı. İslamiyeti Medine'den yaymaya devam eden Hz. Muhammed (ss), bu arada, Mekkelilerle de savaşmak zorunda kaldı. Bedr, Uhud ve Hendek savaşlarından sonra Hicri 8, Miladi 629 tarihinde Mekke'yi fethederek Hz. İbrahim'in tahminen M.Ö. 2000 yıllarında inşa ettiği, dünyanın Allah için yapılan ilk  mabedi olan Kabe'yi putlardan temizledi. Hz .Muhammed (ss) Mekkenin fethinden üç yıl sonra, arkasında evrensel bir din ile kıyamete kadar değişmeyecek Kur'anı bırakarak vefat etti. Allah'ın Hz. Muhammed'e (ss) vahy yoluyla yirmi üç yılda parça parça indirdiği kitabın adı Kur'andır.
1- İcmali iman : Kelimeyi Tevhid La İlahe illallah Muhammedür resullullah. Yani, ilah olarak ancak Allah vardır, Muhammed onun Peygamberidir.
Ve Kelimeyi Şahadet (Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resuluhu. Yani, ben Allah'ın tapılacak tek ilah olduğuna ve Muhammed'in onun kulu ve Peygamberi olduğuna şahadet ederim)dir.
2- Tafsili iman : Adına Amentü denilen imanın altı şartıdır, şöyle sıralanmıştır.
a) ALLAH'A İMAN : İslamda Allah birdir, doğmamış, doğurmamış, ezeli ve ebedidir. Eşi, benzeri ve ortağı yoktur. Hiçbir şey ona benzemez. O hiçbir şeye muhtaç değildir. O her şeyin yaratıcısıdır. Her şey ona muhtaçtır. Her şeyi bilir, görür, işitir, her şer ona mağlumdur. İlmi her şeyi kaplar. Her şeye gücü yeter. Yaratan ve öldüren, rızık veren odur. Bir şeyin olmasını istediğinde ol demesi kafidir.
b) MELEKLERE İMAN : İslamda imanın şartlarından ikincisi meleklere imandır. Bildirildiğine göre melekler yemezler, içmezler, evlenmezler, doğup, doğurmazlar, istenilen şekle girebilirler.
c) KİTAPLARA İMAN : Sureyi Bakaranın 285. ayeti Allah'a, meleklerine, Kitaplarına, peygamberlerine imandan bahseder. Kitaplara iman sadece Kur'ana iman demek değildir, Kur'anda ismi geçen tüm kitapların, Allah tarafından gönderildiğine, onların tahrif edilmeden önce Allah'ın emirlerini içerdiğine iman etmek demektir.
d) PEYGAMBERLERE İMAN : Kur'anı kerimde ismi geçen Hz. Adem, Hz. İdris, Hz. Nuh, Hz. Hud,  Hz. Salih, Hz. İbrahim, Hz. Lut, Hz. İsmail, Hz. İshak, Hz. Yakup, Hz. Yusuf, Hz. Eyyub, Hz. Şuayb, Hz. Musa, Hz. Harun, Hz. Davud, Hz. Süleyman, Hz. İlyas, Hz. Elyesa, Hz. Zülkifl, Hz. Yunus, Hz. Zekeriya, Hz. Yahya, Hz. İsa (Peygamber olup olmadıkları açıkça bildirilmeyen Hz. Uzeyr, Hz. Lokman, Hz. Zülkarneyn) ve Hz. Muhammed Mustafa (ss)nın Allah tarafından görevlendirilmiş peygamber olduğunu tastik etmek imanın şartıdır.
e) AHİRETE İMAN :İslamdaki bu imanın manası şudur: İnsan öldükten sonra hesap gününde Allah'ın emriyle dirilerek, dünyada yaptıklarının karşılığı olan ceza veya mükafatı görecek, bunun sonucunda ya cennete ya da cehenneme girecektir.
f) KADERE VE KAZAYA İMAN : Kader, herhangi bir olayın ezelde Allah tarafından bilinip takdir ve tespit edilmesidir. Bir insanın belirli bir tarihte dünyaya gelmesine ezelde Allah tarafından izin verilmesi kader, o kişinin o tarihte dünyaya gelmesiyse kazadır.
    1- İcmali imanda gördüğümüz kelimeyi şehadet. Kelimeyi şehadet hem imanın, hem İslamın kapısıdır. Bu kapıdan geçmeden diğer şartların yerine getirilmesi hiçbir şey ifade etmez.
   2- NAMAZ : Namaz kulun hiçbir aracı olmadan Allah'ın huzuruna çıkmasıdır. Günde beş vakit kılınır. Müslümanlar bir vücut olarak kabul edildiği için cemaatle kılınması daha faziletlidir. Namazın kılınmasındaki gayelerden biri de, vakit aralarında yapılan işlerin, Allah'ın rızasına uygun olup olmadığının muhasebesidir.
  3- ORUÇ : Her yıl Ramazan ayında, imsak'tan, akşam ezanına kadar yeme, içme vs. gibi şeylerden uzak durmakla yapılan bir ibadettir.
 4- HAC : Zengin ve sağlıklı Müslümanın ömründe bir defa Kabeyi tavaf etmesi, Arafat'da vakve yapıp, şeytan taşlayarak kurban kesesinden oluşan bir ibadettir.
 5- ZEKAT : Zengin Müslümanların mallarının kırkta birini her sene sonunda fakirlere dağıtmasıdır. Zekat vermekle, kazanılan malın içine farkına varılmadan karışmış olabilecek olan haramdan, mal temizlenmiş olur
 

26 Temmuz 2013 Cuma

YAHUDİ MEZHEPLERİ NELERDİR

Yahudi mezheplerini üç gruba ayırmak mümkündür. Bunlardan birinci grup M.Ö. ki Yahudi mezhepleri ikincisi İslam'dan sonraki Yahudi mezhepleri, üçüncü ise günümüzdeki yahudi mezhepleridir.
1- Sadukiler (Sadukim) Mezhebi : M.Ö. 2'nci yüzyılda ortaya çıkan siyasi ve dini görüşlü bir yahudi mezhebi olan sadukiler, yalnız Tevrata inanırlar. Sözlü geleneğin varlığını kabul etez, Tevratın zahiri manası ile yetinirler. Öldükten sonra dirilmeyi, ahiret hayatını, cenneti, cehennemi, melekleri ve şeytanı kabul etmezler.
2- Esseniler (İsiyim) Mezhebi : M.Ö. 2.yüzyılda ortaya çıkmışlardır. Manastırlarda toplu halde yaşar, evlenmez, ticaret yapmaz, mal ve mülk edinmez, hayvan eti eti yemezlerdi. Beyaz elbise giyerek müslümanların abdestine benzeyen bir temizliğe önem verirlerdi. 66 veya 77'deki Yahudi savaşında tamamen ortadan kaldırılmışlardır.
3- Ferisiler (Peruşim) Mezhebi : Tevratın kainatın kurulduğu günden beri var olduğuna inanırlardı. Cennet, cehennem, meleklerle ve şeytanın varlığını kabul ederlerdi.Onlara göre Sina'da hem yazılı hem sözlü Tevrat verillmişti. Talmudu ortaya çıkartan bu mezheptir. Kendilerine din kardeşleri denilmesini isterlerdi. İslamdan sonraki yahudi mezhepleri ise şunlardır:
1- İsewiye mezhebi : Bu mezhebin kurucusu kendisini beklenen mesih olarak ilan eden Ebu İshak B. Yakup el İspehanidir. Emevi halifesi Mervan zamanında, Yahudileri kurtarmak için Allah tarafından görevlendirildiği fikrini yaymaya çalışmıştır. Bu mezhep yahudilerin günde üç defa olan ibadetlerini yediye çıkarmış, bu mecburi ibadetleri yerine getirmeyenleri kendilerinden kabul etmemişlerdir. Kudüs'e Yahudiler hakim olmadıkça, et yemenin, şarap içmenin yasak olduğuna inanırlardı.
2- Yutganiye ve Sazkaniye mezhebi : Ebu İshak B.Yakup el İsfehanının ölümünden sonra yerine geçen, Yudgan tarafından kurulan bu mezhep İsewieden kalan inançların bir kısmı olan cennet ve cehennemle ilgili inançları değişikliğe uğratmış, insanın mutlak hürriyetini savunmuştur. Yudgan kendini bir İsrail peygamberi gibi görmüş, taraftarlarına dünyadan vazgeçerek ibadete yönelmelerini, çokça ibadet etmelerini, et ve içki kullanmamalarını emretmiştir. Ayrıca Yudgan ve taraftarları Tevratın değiştirildiğine inanırlar, Hz.İsa ve Hz.Muhammed'i (ss) peygamber olarak kabul ederlerdi.
3- Kariler (Karaim) mezhebi : 13. yüzyılda Ananben David tarafından kurulan bu mezhep taraftarları sadece kutsal kitap olarak Tevrata inanırlardı. Karaimlerin inanç esasları on emrin sayısınca olup şunlardanibarettir. 1- Bütün varlıkları yaratan Allah'tı, 2- O alem yaratılmadan önce vardı, yardımcısı yoktu. 3- Bu alem sonradan yaratılmıştı. 4- Allah Musa'ya ve tanah'ta adı geçen bütün peygamberlere hitap etmiştir.5-Nusa'nın koyduğu kanunlar haktır. 6- Tevratın dilini bilmek dini bir vecibedir. 7-Kudüs'teki mabed dünya idarecisinin makamıdır. 8- Mesihin gelmesine ve ileride yeniden dönmeye inanmak haktır. 9- Hesap günü vardır. 10- Bu hesaptanın sonra ceza ve mükafat haktır.
Karailer günde iki defa sabah ve akşam olmak üzere ibadet ederler, Nisan'ın on üçünde başlayarak yetmiş gün oruç tutarlardı. Günümüzdeki durumu ise: Yahudileri dini ve siyasi bakımdan üç grupta toplamak mümkündür.
Muhafazakar Yahudilik : 19'uncu yılın ortalarında Alman Yahudileri arasında ortaya çıkmıştır. Daha sonraları Amerika'da da taraftar bulmuş olan bu mezhep, atalarının geleneklerine bağlıdır.Laikliği kabul etmezler
Ortodoks Yahudilik : Mabedin yıkılışından günümüze kadar süre gelen Yahudi inanç ve geleneklerinin temsilcisidir. Hz. Musa'nın kanunlarına sıkı sıkıya bağlı olan mensupları, Dünya Yahudilerininin çoğunluğunu oluşturur. İsrail'in hakimi'de bunlardır.
Reformist Yahudilik : Filozof Moses Mendelshon'un beş kitaptan oluşan Torayı ve mezmurları Almanca'ya çevirmesi, Yahudi dinini çağdaşlaştırmayı amaçlamasıyla ortaya çıkmıştır.
Almanya'da başlayan bu hareketin mensuplarının bazıları Yahudi dinini genel kültür için bir engel olarak görüp Hiristiyanlığı kabul ettiler. Bu inancı taşıyanların bir kısmı ise dinlerini muhafaza ederken, bir kısım gelenekleri değiştirdiler. Reformist Yahudiler din ve dünya işlerini birbirinden ayrı tutmak isterler. Dinde yenileşme taraftarıdırlar. İbadetlerin bazılarında değişikler yapmış, kadın, erkek ayrımını, cumartesi yasaklarının bazılarını kaldırmışlardır. Talmudu ve mesihciliği reddeden reformistler, sinagog ayinlerini azaltırken, ayinlerde müziğe de yer vermişlerdir, kadın ve erkeğin beraber oturmasını kabul etmişlerdir.

LEJYONER HASTALIĞI NEDİR BELİRTİLERİ NELERDİR

Klimalar yolu ile bulaşan hastalıkların en önemlisi klima sistemi içindeki bir bakterinin neden olduğu 'Legionella pnömonisi' olarak adlandırılan zatürredir. Alışıla gelmiş zatürre belirtileri göstermeyen bu hastalığa neden olan bakteriler, klimaların filtre sistemlerinde uygun nem ve ısıda üremekte, buradan da ortamın havasına dağılmaktadır.Klimalar, dikkatsiz ve yanlış kullanıldığında zararlı etkileri kaçınılmazdır; gripal enfeksiyonlar, bazı viral üst ve alt solunum yolu enfeksiyonları, kas ağrıları, kas tutulması, yüz felci ve klimalardaki bakterilerin yol açtığı zatürre (lejyoner) hastalığına neden olmaktadır.Lejyoner hastalığının belirtileri ilk 24-48 saat içinde halsizlik, kırgınlık, yaygın kas ağrıları, şiddetli baş ağrısı ve huzursuzluk olarak ortaya çıkar. Daha sonra ateş ve ilk iki günde yoğun olmak üzere kuru öksürük görülür. Bulantı, kusma, karın ağrısı gibi sindirim sistemi bulguları ortaya çıkar. Hastaların yüzde 20'sinde, sinir sistemi bulguları, ajitasyon, konsantrasyon bozuklukları hatta koma hali görülebilir. Tanı sonrası tedavide 15-21 gün süreyle hastalık yapıcı bakterilere yönelik antibiyotikler kullanılması gerekir. Uygun antibiyotiğin uygun dozda ve sürede kullanımı ile hastalık tamamen iyileşir.  Legionella Bakterisi

25 Temmuz 2013 Perşembe

CERMEN DİNİ VE ÖLÜMDEN SONRAKİ HAYAT İNANÇLARI NEDİR ?

Eski Cermen inançlarını  İsveç ve Norveç'teki taş ve bronz devrinden kalan kaya resimleri ile antik yazarlar ve eski Cermen yazısı ile yazılmış metinlerdeki büyülü sözlerden öğreniyoruz. Özellikle Edda ve Sagas isimli eserler bu konuda bize çok kıymetli dokümanlar verir. Cermenlerin en önemli tanrıları Jüpiter, Mars ve Merkürle eşit sayılan Ziu, Frey, Donar ve Wodandır. Gök tanrısı Ziu aynı zamanda hukuki ve kutsal hayatında temsilcisidir. Bu tanrıyı batı ve kuzey Cermenler harp tanrısı olarak kabul ederler. Cermen mitolojisinin ayyaş tanrısı Donar, Normanlar, Vikingler ve İzlanda köylülerince çiftçilerin koruyucusu olduğu için çok sevilirdi. Bu tanrı devlere ve Midgart yılanlarına karşı savaşarak, köylüleri korurdu. Kocaman çekicini fırlattığında şimşekler çakardı. Kuzey Avrupanın koruyucu muskalarında, tanrı Donar'ın silahı olan çekiç, kötülüklerden koruyan sihirli bir işaret olarak kullanılırdı. Wodan veya Odin savaş tanrısıdır. Tek gözlü bir ihtiyar olan Odinin silahı mızraktı, sekiz ayaklı büyülü atına atladığı gibi gökyüzünde dolaşırdı. Odinin omuzunda taşıdığı iki kara karga, uçarken gördüklerini Odinin kulağına fısıldarlardı. Odin aynı zamanda büyünün ve yazınında ilahıydı. Frey verimlilik ve aşk tanrıçasıydı, ayrıca iki cinsiyetli Nerthus, Odinin karısı Frigg önemli tanrılardı. Eski Cermenlere göre ölüm, insanları daha önce yaşamış ve ölmüş olan ailelerine ve sevdiklerine kavuşturan bir araçtı. Ölen kişi daha önce ölmüş olan sevdikleri ile birleşerek dünyadaki hayatını devam ettirirdi. Ölenler günahsızca cazasız fakat neşesiz bir hayat sürerlerdi. Günahkarlar ise cehennem köpeği Garm  tarafından eziyet görürlerdi. Savaşlarda ölenlerin kaderleri ise başkaydı. Onlar görkemli şeref salonlarında savaş oyunlarıyla eğlenirler, ölümlerine sebep olan yaraların derecesine göre gittikçe gençleşirlerdi. Heidru keçisinin sütü onlara ebedi bir hayat bahşederdi. Şehrimnir isimli erkek bir domuz yenildikten sonra her defasında yeniden dirilerek savaşta ölenleri etiyle beslerdi. Etraflarında bulunan hizmetkarlar şarkı ve çalgılarla onları eğlendirir, çeşitli oyunlarla, bitmeyen günlerin neşeyle geçmesini sağlarlardı. Eski Cermenlere göre tanrı Baldursun ölümünden sonra dünya her gün daha da kötüye gidecek, ahlaksızlık ve kötülük çoğalacak, kardeşler birbirleriyle savaşacaklardı. Öyle bir gün gelecekti ki, yeryüzünde hiçbir erkek diğer erkeklerle barışık olmayacak, akrabalık bağları kopacak, fuhuş ve savaşlar çoğalacaktı. Her şey yok olduktan sonra, dünya yeniden oluşacak, hayat başlayacak, bütün kötülükler iyiliğe dönüşecek, insanlar ve tanrılar altından yapılmış saraylarda oturarak hayatın tadını çıkaracaklardı.

SABİİ DİNİ NE DEMEKTİR. İBADET VE MABETLERİ NELERDİR ?

Yazılı metinlerin tarihi 2. yüzyıla kadar inen sabii'lik Orta doğuda yıldıza tapanların dinidir. Sabii kelimesi Tevrat'ta göklerin ordusu anlamında kullanılmaktadır. En önemli kutsal kitapları Ginza'dır. Ginza hazine veya büyük kitap manasına gelir. Ginza'nın tefsiri mahiyetinde olan kitapları ise Kitabül Yahya'dır. İçerisinde vaftizci Yahya, Meryem ve Anos hakkında hikayeler vardır. İbadet ve dini merasimlerde okunan başka kitapta Kolastadır. İslam tarihçilerine göre merkezi Harran olan Sabiilik, başlangıçta tek tanrıcı dindi. Sabiiler tanrıya duydukları saygı nedeniyle adını açıktan açığa söylemezler. Büyük hayat, büyüklük, ululuk, büyüklüğün Rabbi, ışık hükümdarı Rub gibi isimlerle hitap ederler. Sabiilere göre büyüklüğün rabbi, ışık aleminin başında bulunur. Işık aleminin karşıtı, karanlık alemidir. Bu kavramlar sabiilerin tek tanrılı dinden, çok tanrılı dine geçmeleriyle ortaya çıkmıştır. Işık alemi, ruhlar aleminin olduğu gibi, ilk hayatında doğduğu yerdir. Büyüklüğün rabbi diğer ruhları kendinden bırakmış, yeni ruhlar yaratmıştır.Bu çıkışın her bir kademesi ikinci,üçüncü, dördüncü hayat olarak isimlendirilir. Karanlık alemi, ışık alemi gibi meydana gelmiş, karanlığın hükümdarı, kara sudan meydana çıkmıştır. Kendisine dünya efendisi denildiği gibi, karanlıkların hükümdarı, dev veya ejderhada denir. 12 burçları ve içinde ay ve güneşinde bulunduğu yedi gezegenden oluşan şer kuvvetlerini o yaratmıştır. Karanlık ve ışık alemi kavramları, ilk zamanlarda tanrıya başvurmak için aracı olarak kullandıkları meleklerden ortaya çıkmıştır. Çünkü Sabiiler meleklerin yıldızlarda oturduklarına, evreni oradan yönettiklerine inanırlardı. Sabiilik putperestliğe dönüştüğünde, melekleri simgeleyen yıldızlar, tanrının yerini aldı. Onların adına putlar yapılıp haklarında boş inançlar ve efsaneler oluşturuldu. Bu putlara kız çocuklarının kurban edildiği de görülmüştür.
Sabiilerin İbadetleri ve Mabetleri  içinde en önemlileri ibadet törenleri, vaftiz (gusüldür) bu yalnızca akarsuda yapılır. Yıkanmaya müteakip Sabiinin alnına susam yağı sürülür. Kutsal ekmek yedirilip, su içirilir. Bundan sonra şer kuvvetlerden korunma ibadetleri yaptırılır. Vaftizden sonraki önemli tören ise cenaze törenidir. Ceset hakir görüldüğü için gömme işlemi basit tutulur.Ölünün arkasından yas tutulmaz. Esas işlem ruhun kaderi üzerindedir. Bunun için çeşitli merasimler yapılır. Ruh için yapılan bu törenler düğün ve rahip taktisi gibi çeşitli zamanlarda tekrar edilerek, bir kaza veya felaket sonunda, beklenmedik bir şekilde ölmeye hazırlık yapılmış olunur.Ölen bir Sabiinin üzerine üç defa vaftiz suyu dökülüp alnına yağ sürülür. Kutsal bir elbise giydirilerek selvi dallarıyla süslenir. Yanına özel törenle bir yağ şişesi konur, bu şişe ölünün iyiliğini anlatan bir mektup görevini görür, ve ölenin ruhunu şeytanlara karşı koruyacağına inanılır. Gömü işi bitince mezar sihirli bir daire çevrilerek şer kuvvetlere karşı mühürlenirdi. Sabiilerde sonradan meydana çıkmış bir rahipler sınıfı vardır. Rahiplere saygı duyulur. Meleklerin ve semavi elçilerin temsilcileri sayılır. Rahip olacak kimsenin hiç bir vücut hatası olmaması ve sülalesinde de sünnetli bir kimsenin (Müslüman veya Yahudi) bulunmaması şarttır.Sabii mabetleri pencereleri bulunmayan bir kulübeden ibarettir. Bütün mabetlerin girişi güney tarafındadır. Önünde suni olarak yapılmış bir havuz veya göl bulunur. Bugünkü Sabii cemaatinin çoğu Bağdat ve Basra'da yaşamaktadır. Sayıları çok azalmıştır. Genellikle şehirlerde kuyumculuk, köylerde demircilikle geçimlerini sağlarlar.

BUDİST RAHİPLERİN ÜÇ TEMEL ESASI VE YAŞAMLARI

Rahiplik budizmin çekirdeğini oluşturur. Yüksek hedeflere yönelik şartları ancak rahipler yerine getirebilir. Rahipler toplu halde veya münzeri bir hayat sürerler. Budizmin üstün sınıfını teşkil ederler. Yalnız rahipler gerçek budistlerdir. Rahip olmayanların Budizm'in şartlarını yerine getirmesi mümkün değildir. Rahiplerin hayatının üç temel esası ; fakirlik, bekarlık ve sükunettir. Hiç malları yoktur. Geniş ve uzun yünden yapılmış bir entari, bir sadaka tası, bir iğne, bir tesbih, iki haftada bir saçlarını kazıya bilmesi için ustura, sularını süzmek için bir bez parçası kullanmalarına izin  verilmiştir. İlk zamanlar evsiz yurtsuz ormanlarda ağaç diplerinde yaşayan rahiplere, sonraları manastırlara, mabetlere, evlerde yaşamalarına müsaade edilmiş, yalnız bunun çok tehlikeli ve lüks bir hayat olduğu belirtilmiştir. Yiyeceklerini dilenerek temin eden rahipler, bu sebeple birçok kereler hakaret ve aşağılamalarla karşılaşırlar. Bekarlık, rahiplik hayatının temelini teşkil eder. Kadınlara karşı davranışlar kesin kaidelere bağlanmıştır. Ölüm tehlikesi bile bu kaidelerin çiğnenmesine izin vermez. Budistlere göre aşk ilişkisi olmadan karşı cinsten biriyle konuşmak olanaksızdır. Bu da insan için tehlikeli ve öldürücüdür. Budistler için cinsi hayat küfürdür. Çocuk dünyaya getirmek ise Nirvanaya ulaşamamanın en önemli sebeplerinden biridir. Bu inançlar zamanla zayıflamıştır. Budizm rahiplerinin yaşayabilmeleri için inanan ve kendilerine sadaka verebilecek halklara ihtiyaçları vardır. Bunun dışında halkın kurtuluş yolunu bulmaları için kendilerinin bilgisine ihtiyaçları olduğuna inanırlar ve öğretilerini halka götürebilmek için faaliyet gösterirler.

YAHUDİLERDE DİNİ GELENEK VE BAYRAMLAR NELERDİR ?

Yahudilerin dini gelenekleri doğum ile başlar, ölüme kadar sürer. Yeni doğan çocuğa belirli bir süre içinde isim konur. Kız çocuklarına ad vermek için yapılan törenler, erkek çocuklarına göre daha sadedir. Erkek çocukları sekiz günlük olunca sünnet edilir. Çocuk sünnet edilince ailesi beşiğinin etrafında toplanır, bir Tevrat tomarını çocuğun başı üzerinde tutarak yanına kalem ve mürekkep koyarlar. Böylece çocuğun Tevrat hattatı olması dileğinde bulunulmuş olunur. Tevratı öğrenmesi ve koruması için de ayrıca dua edilir. Yahudi çocukları okula başlamadan sabah ve akşam duasını öğrenirler. Okula törenle gidilir. Haham bir konuşma yaparak öğretimi başlatır. Çocuğa altı yedi yaşına gelince dini eğitim verilir. On iki yaşını bir ay geçince şeriatın oğlu anlamına gelen Barmizva adı verilir. O yaştan sonra çocuk yahudi şeriatına uymak zorundadır. Buluğ çağına da ermiş kabul edilen çocuk Sinagog'a gitmeye başlar. O artık oruç tutmakla da yükümlüdür. Dini bir hüküm olan evlilik için, çiftler nikah gününden önce muameleleri yerine getirecek hahamı mutlaka ziyaret ederler. Haham onlara Yahudi dinin evlilik konusundaki esaslarını anlatır. Haham bu konuda o kadar geniş yetkiye sahiptir ki, isterse evliliğe izin vermeyebilir. Yahudilikte nikah iki şahit önünde, genellikle Sinagog'da yapılır. Yeni çift oruç tutar. Tören öğle vakti yapılır. Gelin annesi ve damat babası ile Hppa denilen örtünün altında yerlerini alırlar. İlahiler okunduktan sonra, Haham bir bardak şarap alır dua eder ve gelinle damat bu şaraptan içerler. Damat gelinin duvağını açarak nikah yüzüğünü gelinin parmağına takmadan "Bak sen bana bu yüzükle, Musa ve İsrail şeriatı gereğince nikahlandın" der ve yüzüğü gelinin parmağına takar. Gelin evlenmeyi kabul edip etmediğini söylemez. Nikah böylece yüzüğün takılmasıyla tamamlanmış olur. Yahudilikte kadının boşanma hakkı yoktur; Erkek istediği zaman karısını boşayabilir. Günümüzde ise bu adet ülkelere göre değişiklik göstermektedir. Ölüm konusuna gelince cenaze gömüldükten sonra matemli kimse yedi gün evde kalıp taziyeleri kabul eder. Yahudilerin dokuz önemli dini ve milli bayramları vardır.
1-Yomkippur: Tövbe ve istiğfar günüdür. O gün bütün Yahudiler oruç tutar,akşama kadar ibadet ederler.
2-Roşhaşana: Yahudilerin yıl başısıdır. İki gün devam eder. Yıl başından sonra on günlük bir tövbe süresi vardır. Bu sürenin son günü Yomkippur'dur.
3-Pesah : Yahudilerin Mısır'dan çıkışı için yapılan kutlama bayramıdır. Sekiz gün süren bu bayram süresinde mayasız ekmek yenir.
4-Şavuot : On emrin veriliş bayramıdır. İki gündür.
5-Şukot : Çadırlar bayramıdır. Yahudilerin çölü geçerken çadırlarda yatıp kalkmalarını hatırlatır.Yedi gün devam eder.
6-Simhatora: Her yıl bir defa Tevratı hatmeden Yahudiler sonunda bu bayramı yaparlar. Yahudilikte Tevrata saygı her şeyin başında gelir. Bir toplulukta kazayla Tevrat yere düşse, orada bulunanların tümünün otuz gün oruç tutması gerekir. 
7-Purim : Bu bayram Ketuvim'in yedinci kitabına konu olan, Esterin anılması için kutlanır. Bunun için eğlenceler düzenlenir, oyunlar oynanır.
8-Hanuka: Kandil bayramıdır. Suriye Kralı Antiyogusa karşı Yahudilerin kazanmış oldukları zaferin anısına kutlanır. Sekiz gün sürer.
9-İsrail İstiklal Bayramı:  İsminden de anlaşıldığı gibi bu bayram istiklal bayramıdır.

YAHUDİLER NASIL İBADET EDERLER

Yahudiler tanrının büyük mabedin içinde hazır ve nazır olduğuna inanırlardı. İkinci mabedin yıkılmasıyla bu inanç büyük bir sarsıntı geçirdi. Yıkılan mabet'le birlikte, kurban ibadeti de ortadan kalktı. Sonraları Havralar bu soruna çözüm oldu ve büyük mabedin yedekleri olarak kabul edildi. Her havrada (sinagogda) Hakodeş denilen ve üzeri kıymetli bir perde ile örtülü Kudüs'e dönük bir kutsal bölme vardır. Bu bölmedeki sandığın içinde rulo halindeki Tevrat metni bulunur. Sandığın önünde ebedi lamba (mertamit) yanar.
Kudüs mabedinin yedi kollu muhteşem şamdanı olan Menora havralarda yer alır. Kral David'in mührü olarak kabul edilen iki üçgenden meydana gelen Magen David denilen altı köşeli yıldızda Yahudilerin diğer bir sembolüdür. Tevrat rulolarının bohçalardan çıkartılarak haham tarafından okunması, Yahudi ibadetinin en önemli anıdır. Sinagog'da Yahudiler sesli bir şekilde Tevrat okurlar. Okunan ilahiler İbranicedir. Yahudilerde ibadet evlerde de yapılabilir. Evlerde yapılan ibadetlerde ailenin babası rahiplik görevini üstlenir. Yahudi evlerinin giriş kapısının arkasında mezuza denilen uzun bir borunun içine rulo halinde Tevrattan yazılmış ayetleri içeren metinler konulur. Bu metinlerde tanrıdan başka ilahlara tapmanın haram olduğunu ifade eden Tevratın beşinci kitabı tesniyeden ayetler yazılıdır. Yahudiler eve her giriş ve çıkışta bu ruloya parmaklarıyla dokunup sonra bu parmaklarını öperler.Cemaatle yapılan ibadete katılamayan Yahudi üzerine farz olan bu ibadeti tek başına yapar. İbadet esnasında Tallis denilen bir cübbe giyerek, başlarını örtüp Kudüs istikametine dönerler. Yahudiler sabah (şaharit) ikindi (minha) ve akşam (maarib) olmak üzere günde üç kere ibadet yaparlar. Cumartesi ve bayram günleri öğleden  önce , müsâf  ibadeti diğer ibadetlere ileve edilir. Pazartesi ve Perşembe  günleri tövbe duaları yapılır. Aramca Kaddiş ismi verilen cenaze duaları ise haftanın belirli günlerinde cenaze olmasa da okunur. Yahudi kadınları ibadetlere katılamazlar, ancak başlarını örterek yapılan ibadeti seyredebilirler. Yahudi ibadetlerinde belirli bir disiplin ve düzen yoktur. İsteyen ilahilere katılır, istemeyen yanındakiyle sohbet eder, havranın içinde dolaşıp, birbirleriyle konuşabilir. Okunanları dinleyen pek azdır. Yahudilere göre Sinegog tapınaktan ziyade bir toplantı yeridir. Cumartesi ibadeti, Cuma akşamı güneşin batmasıyla başlar, Cumartesi akşamı sona erer. Bu ibadet yalnız Sinegog'da  yapılır. Cumartesi günü çalışmak, ateş yakmak yasaktır. Çünkü tanrı alemleri altı günde yarattıktan sonra yedinci günü istirahat ederek dinlenmiş, hiçbir iş yapmamıştır. Bunun için Yahudiler, yedinci gün olan Cumartesi gününü dinlenmeye ve ibadete ayırmışlardır.

24 Temmuz 2013 Çarşamba

GENÇLERİN GELECEĞİ MESLEKLERİ NELERDİR ?

Şu zamana kadar size uygun olduğunu düşündüğünüz hedeflerinizle gerçekten uyumlu olduğuna emin misiniz? Hedefleriniz neler ? 5-10 yıl sonra kendinizi nerede görmek istiyorsunuz? .Hemen her sektör teknoloji ve bilişim alanında istihdama önem veriyor. Bu da yeni mesleklerle beraber daha önce bilmediğimiz bölümlerin kapılarını açıyor.Bunlardan bazıları ise:
Mekatronik Mehendisliği
Mekatronik mühendisi, mekanik, elektrik, elektronik, bilgisayar ve bilgi teknolojilerinin bir arada kullanılarak endüstriyel ürünlerin tasarımı ve üretimini planlıyor. Mekatronik mühendisliği mezunları ürün tasarımında ve imalatında yardımcı eleman olarak kolayca iş bulabiliyor. Elektrik, elektronik ve bilgisayar konusunda verilen yeterli teknik eğitim sayesinde bakım, onarım gibi destek konularında da iş alanları mevcut.
Avrupa Birliği Uzmanlığı
Avrupa Birliği ile ilişkiler devam ettiği sürece bu alanda bilgi sahibi eleman ihtiyacını da karşılamak gerekiyor. Üstelik Avrupa Birliği uzmanları sadece devlet daireleri ve dış işlerinde değil, Avrupa ile iş yapan bir çok özel sektör kuruluşunda da kolayca istihdam edilebiliyorlar.
Psikoloji
Psikoloji dünyada önemli bir yere sahip olsa da ülkemizde yeni yeni gelişen bir meslek dalı. Psikoloji mezunları bağımsız çalıştıkları gibi hemen her alanda faaliyet gösteren büyük şirketlerde ve kamu kuruluşlarında kolaylıkla iş bulabiliyor.
Strateji Planlama Yöneticisi
Stratejik planlama bütün dünyada en çok kullanılan yönetim araçları arasında yer alıyor. Stratejik planlama, kuruluşların bulunduğu nokta ile ulaşmayı arzu ettiği durum arasındaki yolu tarif ediyor. Yani: şirketlerin, kurumların şu andaki ve gelecekteki muhtemel durumlarını analiz eden, mevcut stratejinin değişme ve veya düzeltilmesini öneren, gelecekte "ne" ve "nasıl" yapılmasına karar vermeyi sağlayan ve alanında uzmanlaşmış bireyler iş bulma konusunda zorluk çekmeyecekler.
Yeni Medya
Gelişen çağın teknolojileriyle birlikte alışagelmiş bir çok meslek gibi gazetecilik mesleği de yeni bir boyut kazanıyor. Yeni gazetecilik anlayışına göre doğru ve hızlı haber için internetin önemi tartışılmaz. İnternet gazeteciliği ve yayıncılığı mezunları gazetelerde, ajanslarda, haber sitelerinde, radyo ve televizyonlarda çalışma olanakları bulunuyor.
İnternet Arkeologluğu
Geleceğin ilginç mesleklerinden olan internet arkeologluğu birçok gencin ilgisini çekecek nitelikte. İnternetteki bilgi çokluğu ve kirliliği içinde, aranılan bilgiye ulaşmak, hayati önem taşıyor. Zamanla bilgi kirliliğinin hızla artacağı düşünülürse doğru bilgiye ulaşmak daha da  değerli olacak. İnternet arkeologları, tam bu noktada devreye girip ihtiyacınız olan bilgiyi, gereksiz bilgi yığınlarının içinden, hasar vermeden, ince bir işçilikle çıkarıp sunacaklar.
Moleküler Biyoloji ve Genetik
Devlet Planlama Teşkilatının 5 yıllık kalkınma planlarında öncelikli alanlar arasında tanımlanan moleküler biyoloji ve genetik bilimlerini düşünmenizde fayda var. Canlıların biyolojik ve genetik özelliklerini moleküler düzeyde incelerken aynı zamanda gen mühendisliği tekniklerini'de öğrenebilirsiniz. 

TÜRK ASKERİNE NEDEN MEHMETÇİK DENİR ?

Milletlerin tarihlerine şan ve şeref örnekleri veren kahramanlık için çeşitli düşünce ve yorumlar vardır. Bu düşüncelerde çok kere cesaret ile kahramanlık karıştırılmış ve karıştırılmaktadır. Cesaret, insanda sadece manevi bir kuvvet, kahramanlık ise fazilettir. Kahramanlık ruhu ferde ırkından intikal eder.Bir millet yapısı itibariyle kahraman değilse, içinden çıkacak birkaç yiğitle dünya üzerinde özgür yaşamak imkanını bulamaz veya özgürlüğü her savaşta tehlikeye girer. Buna karşın bir milletin cephede savaşan evlatları dünyayı hayretler içinde bırakan kahramanlıklar yaratmışsa hiç şüphe yok ki o milletin yalnız cephede savaşan erleri değil beşik sallayan anaları, okul çağındaki evlatları ve ak saçlı ihtiyarları, sonuç olarak bütünü kahramandır.
                                               Türk ordusunun kahraman askerine verilen unvan olarak "Mehmetçik" simgesi, kökeni İslamiyet öncesi Türk medeniyetine kadar uzanmaktadır. Atalarımız daha Orta Asya'dayken 
belirli eşyaları, cisimleri ve şekilleri belirli manalara simge yapmışlardır. Mesela "ok" Tanrı'ya bağlılığın, "yay" da bu bağlılığın cihana yayılmasının simgesiydi.Keza davulun, tuğun devlet şeklinde değişik anlamları vardı. Doğal olarak Türk ordusu içerisinde görev yapan askerler için de bir simge geliştirilmişti. Bu dönemde Türk ordusu içerisinde görev yapan askerlere "alp", "alper", "alperen" vs. gibi unvanlar verilmekte idi. Bu unvanların verilmesinin temel nedeni askeri kişiliğin bir kişiye ait olmaması tüm ulusu temsil etmesi nedeniyle olmuştur. İslamiyet sonrası Türk ulusunun oluşturduğu devletler içerisindeki ordularda görev alan askerlere "Mehmetçik" unvanının verilmesi görülmeye başlanmıştır.. Bu durumun gerekçesi ise şu şekilde ortaya konmaktadır: Mehmet isminin kullanımı günümüzde yaygın şekilde görülmektedir. Özellikle kırsal kesimde yaşayan insanlarımızın bir çoğu doğan erkek çocuklarına "Mehmet" ismini koymaktadır.
                                              "Mehmet" isminin kullanım alanının bu kadar geniş olması sonucunda zamanla askere giden erkek evlatlar için söylenen bir deyim haline dönüşmüştür. Tüm Türkiye'de bu şekilde anılan askerlerimizin bu adı alması zaten cesaret ve kahramanlığının sonucu olmuştur. Türk milleti, adları, ırkları ayırt edilmeyen evlatlarının hepsine birden bir sevgi, kendisini savaş alanlarında tanıyan düşmanları ise bir saygı nişanesi olarak, "MEHMETÇİK"  demiştir. Mehmetçik bütün Türk ordusunun simgesidir. Mehmetçik bir isim değil bir fikirdir, bir amaçtır. "Mehmetçik" kelimesinde "Mehmet" kelimesine- "çik" eki gelmiştir. Bu ek kelimeye sevgi anlamını kazandırmaktadır.

TEKERLEKLİ SANDALYE BASKETBOLU NEDİR


  Tekerlekli sandalye basketbolu engelli sporları içindeki lokomotif branştır. Ancak Amerika ve İngiltere gibi bazı ülkelerde engelsiz atletlerin de tekerlekli sandalye kullanma şartıyla katılıp oynayabildiği, karışık takımlar da mevcuttur. Basketbol'un, temel kurallara uyarak, engelliler için uyarlanmış halidir.
Maçlarda standart büyüklükteki bir basketbol sahası ve standart yükseklikte potalar kullanılır. Kurallarda bazı ufak değişiklikler vardır. Örneğin basketboldaki hatalı yürüme yerine, burada bir atlet topu sektirmeden veya elinden çıkarmadan tekerlekli saldalyenin çemberini arka arkaya 3 kez ittirdiğinde hatalı sürüş ihlali yapmış olur. Tekerlekli sandalye basketbolu dünya genelinde kayda değer bir ilgi ve rekabet alanıdır. Paralimpik Oyunları'nda yer almaktadır.
Türkiyede'de tekerlekli sandalye basketbolu
Türkiye'de de Türkiye Bedensel Engelliler Spor Federasyonu'nun düzenlediği Süper Lig, 1.Lig ve 2.Ligden oluşan 3 Ligde lig organizasyonu yapılmaktadır. Takımların yolluk ve harçlıkları Türkiye Bedensel Engelliler Spor Federasyonu tarafından karşılanmakta ve engellilerin spor yapması teşvik edilmektedir. Tekerlekli Sandalye  Basketbolu  A Milli Takımı Avrupa'nın ilk sekiz takımı içinde yer almakta olup, Bayan Milli takımı da kurulmuş olup Avrupa'da 6 takım arasında mücadele etmektedir.

AMPUTE FUTBOL NEDİR



Kişinin kol, bacak, ayak veya elinin  tümünün ya da bir kısmının olmaması durumuna amputasyon denir. Ampute futbolu; bir bacağın olmayan sporcuların kanedyen kullanarak oynadıkları bir futbol türüdür.
Ampute futbolu; yaygın bir şekilde oynanmakta olup; düzenli olarak Avrupa ve Dünya Şampiyonaları organize edilmektedir. Türkiye'de 12 ampute futbol takımı bulunmaktadır.
Ampute futbolun aynı zamanda paralimpik oyunlarına katılabilmesi için çalışmalar sürdürülmektedir.

21 Temmuz 2013 Pazar

MÜNECCİMBAŞILIK NEDİR NASIL SEÇİLİR ?


Osmanlı bürokrasisinde müneccimbaşı seçilmek için"fen'ninde mahir, emsali nadir" olmanın dışında ön şart " İlmiye sınıfı mensubu" olmaktır. Müneccimbaşı tayin edilecek kişiyi ilk olarak Hekimbaşı seçer ve Şeyhülislam'a arz eder, sonra Sadrazam'ın bir telhisi ile durum Padişah'ın tasvibine arz edilirdi. Bu tasvib alındıktan sonra ruûs defterine tayininin "Sadrazam buyruldusu ile" yapıldığı yazılırdı. Müneccim-i sâni'lerin (yardımcılarının) tayinleri de müneccimbaşılar gibi yapılmakta idi. Resmi tayin işi tamamlandıktan sonra hil'at giyme merasimi gerçekleşirdi. Bu merasim Sadrazam konağında, yine Sadrazam huzurunda yapılırdı. Katip Çelebi, Keşf üz-Zunûn'da müneccimbaşı olabilmenin dört mertebesi olduğundan bahsetmektedir.Birincisi, takvim hesabı yapmak ve usturlab aletini kullanabilmek; ikincisi, nücûm ilmini, yıldızların ve burçların tabiatlarını ve mizaçlarını bilmek; üçüncüsü, yıldızların hareketlerini hesaplamayı, ziç ve takvim yapmayı bilmek; dördüncüsü, yıldızların hareketlerine dair hendesi delilleri doğru olarak bilmektir. Ancak müneccimlerin pek azının Nücûm ilminde üçüncü merhaleye ulaştığı ifade edilir.

20 Temmuz 2013 Cumartesi

OSMANLIDA HEKİMBAŞI VE ÖZELLİĞİ NEDİR ?



İlmiye sınıfından olan Hekimbaşı ülkenin en tanınmış, en bilgili hekimi olarak seçilirdi. Asli görevi Padişah'ın özel hekimi olarak sağlığını korumaktı.Bu sebeple örneğin yemekler sırasında olduğu gibi sık sık Padişah'la beraber bulunurdu. Padişah Saray'dan ayrıldığında alaya hekimbaşı da katılırdı. Padişah'la birlikte sefere de çıkar ve kendisine "menzil tayinatı" adıyla yüksek bir tahsisat verilirdi. Padişahlar hekimbaşılarla özel görüşme yapmak istediklerinde, onlara gönderdikleri davet yazıları samimi, hatta saygılı denecek "Hazık hekimlerin  simgesi; bilgin hekimlerin en hazıki; Zamanın Kalinus'u; Devrin Hippokrates'i; ruhların ve bedenlerin tarihini yazan; hastalıkları ve dertleri yok eden; Yüce Allah'ın yardımı bağışlanmış olan; Kapımızda Hekimbaşı olan biçimindeki ifadeler kapsayan "elkab"la başlardı. Diğer erkan ve rical de hekimbaşılara karşı çok saygılıydılar.
Diğer taraftan Hekimbaşılar "seretıbbâ-i Hassa" olarak "Etıbbâ -i hassa denilen Saray hekimlerinin, "reis ül-etibbâ unvanı ile de tüm sağlık işlerinin başındadır. Cerrahbaşına bağlı "Saray cerrahları"nın görevi şehzadelerin sünnetleri ve Saray'a alınacak hadım ağalarının muayeneleri idi.Ancak Saray'da cerrahbaşı ve cerrahla,  kehhalbaşı ve diğer göz hekimleri ile Saray dışındaki bütün hekimler ve diğer sağlık personeli ve müneccimler hekimbaşı'ya bağlıdır. Bir hekim dükkan açma izni almak için önce "hekimbaşı"ya başvururdu. Hekimbaşı hekimin yetkili olup olmadığını inceledikten sonra bunlara bir senetle resmi verilirdi. Yeni hekimbaşıya önce sadrazam hil'at giydirerek göreve başlatır, sonra Darü's-Saade ağası da Enderun'a girebileceğini belli eden bir hil'at giydirirdi. Bütün bu ayrıcalıklarına rağmen hekimbaşı, teşrifatta en son sırada yer alır, merasimlere hil'atla değil (sancaklı) aba ve örfi sarık ile katılırdı. Hekimbaşı Padişah ölünce sadrazam ile birlikte görevinden uzaklaştırılırdı. Hekimbaşıların makamı Topkapı Sarayında Fatih zamanında yaptırılmış olan "Başlala Kulesidir" Burada bir de eczahane bulunmaktadır. Hekimbaşılar Nefs-i Hümayun (Padişah'ın şahsı) ve Hanedan için gereken ilaçları eczacının başında durarak yaptırırlar, kutu ve şişelere koydurup başlala ile birlikte mühürlerdi. Yine her yıl Nevruz'da anber, afyon özü ve kokulu otlardan "nevrûziye macunu" hazırlatırdı.

KALBİN DURMASINDAKİ HATALAR NELERDİR

Kalp krizi bir anda hayatınızı kabusa çevirebilir. Bazı basit ama etkili tedbirlerle bu riskten uzaklaşmanız mümkün. Daha sağlıklı bir kalbe sahip olmak ve kalp krizi riskini çok daha az seviyelere indirmek kendi elimizdedir. almamız gereken önlemler ise;
Geç Kalkıp geç yemek : Kalp sağlığı için iyi bir uyku ve sağlıklı kahvaltı şart.
Acıkmadan yemek : Metabolizmanın düzenini bozar, kalbi yorar,
Yatmadan önce yemek : Uykuda vücudun dinlenmesini engeller. Kalbin yükünü artırır,
Kötü beslenmek : Sağlıklı beslenmek, sağlam kalp için şarttır,
Sürekli oturmak, hareketsiz kalmak: Vücut tembelliğe ne kadar alışırsa kriz o kadar yakındır,
Spor yapmamak : Günde 30 dakika yürüyüş bile kalbinizi dinç tutar,
Sürekli aşırı strese maruz kalmak: Stres, kalp krizini tetikleyen ilk etkenlerden biridir.
Yağ dokusu artışı ile kilo almak: Şişmanlık krizin tek şartı değildir ama yağlı bir vücut, riski arttırır
Aşırı alkol tüketmek : İçkiyi bırakmak, kriz riskini yarıya indirir.
Sigara içmek : Sadece sigarayı bırakmak, kalbiniz için yapacağınız en doğru harekettir.
Kalbimizi bir şikayet oluncaya kadar hiç aklımıza getirmemek: ÇÜNKÜ KALBİNİZ YORULMAYA BAŞLADIĞINDA ARTIK İŞ İŞTEN GEÇMİŞ OLABİLİR.....

KALÇA ÇIKIĞI NEDİR TANIMI VE TEDAVİSİ



Kalça çıkığı teşhisi nasıl konur?

Uyluk kemiğinin içinde bulunması gereken yuva dışında ve daha farklı bir pozisyonda olmasına kalça çıkığı denir.Kalça çıkığı anne karnında, doğum sırasında ve doğumdan sonra meydana gelebileceği için gelişimsel kalça çıkığı olarak da adlandırılmaktadır. Çocuklarda üç çeşit kalça çıkığı izlenebilir. Bunlardan ilki ve sık görüleni asetebuler displazi; yani çıkığa meyilli kalça'dır. Bu tip kalça çıkığında uyluk kemiği içinde bulunması gereken yuvadadır; ancak asetebulum dışına çıkma eğilimindedir. İkinci tip kalça çıkığı sublukse kalçadır. Burada uyluk kemiği yuvasındadır; ancak yarım olarak yerinden çıkmıştır.En son ve tedavisi en zor olan tip ise disloke kalça'dır. Bu tipte uyluk kemiği bulunması gereken yuvanın tamamen dışındadır.
KIZ BEBEKLERDE DAHA SIK GÖRÜLÜR ; Gelişimsel kalça çıkığının görülme sıklığı binde bir ile binde dört arasındadır. Kız bebeklerde erkek bebeklere göre 4-5 kat daha fazla görülür. Kalça çıkığı tek bir nedenden oluşmaz, birçok tanımlanmış risk faktörü bulunur. Bu faktörlerin önemlilerinden birisi ise; Ailede kalça çıkığı varlığıdır. İkinci önemli risk faktörü ise kundak sarma uygulamasıdır. Özellikle çıkığı meyilli kalçalar bu yanlış uygulamayla tam çıkık haline gelebilir. Diğer önemli risk faktörlerinden bazıları da; makat doğum, ilk gebelik, oligohidramnioz ve ikiz gebeliktir.
ERKEN TANI ÖNEMLİ : Kalça çıkığında erken tanı çok önemli bir yer tutar; Bebeklerin, doğumdan sonra ilk 4 ile 6 hafta arasında ultrasonografik olarak taranması gereklidir. Ülkemiz şartlarında her yeni doğan bebeğin ultrasonografik olarak taranması mümkün olmamaktadır. Bu sebeple klinik muayenede pozitif bulgu tesbit edilen ve özellikle risk faktörlerinden bir veya birden fazlasını taşıyan tüm bebekler ultrasonografiye alınmalıdır. Şüpheli olanlar mutlaka bir ortopedist tarafından muayene yapılmalıdır. Gerekirse belirli aralıklarla kontrol edilmelidirler.
KALÇA ÇIKIĞININ TEDAVİSİ: Gelişimsel kalça çıkığında tanı ne kadar erken tespit edilirse, tedaviye o kadar erken başlanır ve tedavinin başarılı olma ihtimali o kadar yüksek olur. İlk 4 ile 6 ay arasında teşhis edilen bebeklerde en sık pavlik bandajı uygulaması yapılır. Uygulanan bandaj bebeğin eklem hareketlerine belli sınırlar dahilinde izin verir. Tedavide ailenin uyumlu olması ve bebeğin hekimin önerdiği aralıklarla kontrole getirilmesi gerekir. Bu nedenle teşhisten itibaren aileye iyi bir eğitim verilmesi gerekir. 6 aylık dönem sonrasında teşhis edilen çocuklarda anestezi altında kapalı redüksiyon (kalça yerleştirmesi) ve redüksiyonun devamı için de alçı uygulaması yapılır. Bu yaş gurubunda cerrahi tedavi ancak kapalı yöntemle çıkık yerine yerleşmezse gerekir. 12 ay-18 ay arası çocuklara yumuşak doku ameliyatları ile açık redüksiyon yapılır. 18 aydan büyük hastalarda açık redüksiyona ilave olarak çatı ve kemik düzeltme ameliyatları tedavinin bir parçası olarak gündeme gelir. 3 yaşından önce mutlaka tedavi edilmesi önemlidir. 10 yaşından daha büyük hastalara genellikle kalçayı kurtarma girişimleri yapılabilir. Gelişimsel kalça çıkığı sık görülen bir hastalıktır. Bu nedenle yeni doğan bebeklerde mutlaka kalça ultrasonografisi yapılmalıdır. Şüpheli durumlarda ortopedi uzmanınca kontrol edilmelidir. Erken tanı ameliyatsız, kalça çıkığı tedavisi demektir.

19 Temmuz 2013 Cuma

SARAY MUTFAĞI VE ÖZELLİKLERİ NELERDİR ?

Saray Mutfağı yedi kısımdan oluşur. Padişaha mahsusu olan mutfağa "Has Mutbak" denir. Sultanlara, yani padişahın annesine, baş haremine, hemşirelerine ve kızlarına ait ikinci mutbak "Valide Sultan Mutbağı" denirdi. "Kızlarağası Mutbağı" adını taşıyan üçüncü mutfak, Harem'e ve orada hizmet gören harem ağalarına mahsustur. Dördüncüsü padişahın en yakınlarından biri olan kapıağasına aittir. Divan memurları da bu mutfaktan yer. Beşinci mutbak hazinedarbaşıya ve maiyeti efradına mahsustur. Altıncısı kilercibaşı ile maiyetine, yedincisi de sarayağasına ve maiyetine aittir. Bahçelerde çalışan bostancılar yemeklerini kendileri pişirirler. On altıcı yüzyılın ikinci yarısında sırf mutfakta görev yapanların sayısı 260'a ulaşıyordu. Bunların 200'ü hizmetkar, 60'ı ise aşçı idi. On altıncı yüzyılda 4-5 bin iken On sekizci yüzyılda 12 bin civarına çıkan Saray halkına yemek hazırlama işini üstlenen mutfak adamları kilercibaşı yahut tatlıcıbaşı'na bağlı olup oniki sınıfa bölünmüşlerdir. Topkapı Sarayı'nın ikinci avlusunda geniş bir sahayı kaplayan mutfak dairesi (kiler odası), hariçten ve bilhassa deniz tarafından bakıldığı zaman, bir dizi bacaları ile en çok göze çarpan lısmıdır. Mutbağın meydana açılan üç kapısı vardır. Kapılardan girince sıra ile ikişer ikişer, yirmi bacalı büyük mutbak görülür. Bu mutbaklarda eski zamanlarda 4-5 bin kişiyi doyuracak yemek hazırlanırdı. Ulufe dağıtıldığı günlerde ise 10-15 bin kadar askere çorba, pilav, zerde pişirilirdi. Ramazanın 15. gecesi de 10 bin kadar yeniçeriye baklava yapılırdı. Sarayda kullanılan zeytinyağı,Yunanistan'ın Koron ve Modon şehirlerinden, Padişahın şahsına mahsus olan yağ ise Kandiye'den temin edilirdi. Tereyağ, Boğdan ve civarından Karadeniz yolu ile getirilen bu yağ tuzlanmıştır. Diğer yiyecek maddeleri, en çok ve en nefis cinsleri yetiştiren eyaletlerden getirilir. Kalyonlar, Mısır'dan sebze,şeker ve baharat getirmek üzere senede iki defa İskenderiye'ye sefer yaparlardı. Sarfedilen meyvelerden hurma ve nefis erikler, Mısır'dan temin edilir. Gerek Saray'da gerekse bütün Türkiye'de en çok sarfedilen elma Eflak, Erdel ve Boğdan'dan, Padişahın sofrasına mahsus olan kokulu elmalar Kandiye'den satın alınır. Saray'ın örneğin peynir gibi bazı iaşe maddeleri de İtalya'dan gelir. Saray'da yalnız padişaha ve sultanlara mahsus olmak üzere limon suyu, şeker, ak anber ve su ile ve yazın buz konulan bir şerbet hazırlanır. Sarayın her tarafında su içilecek çeşmeler vardır. Saray'a gesinlikle şarap sokulmazdı.

MEHTERAN NEDİR. KİMLERDEN OLUŞUR ?

Mehterhane Yeniçeri Ocağı'nın parçası sayılır. Bütün İslam devletlerinde hükümdarlık simgesi olarak "tabılhane", Osmanlılarda "Mehterhane" adıyla kuruldu. Mehterhane'nin, Anadolu Selçuklu Sultanı III. Keykubat'ın Osman Gazi'ye "Beylik" verdiğini belirtmek üzere tabl (davul) ve a'lem gönderdiği ve 1299 tarihinde kurulduğu kabul edilir.Mehterhanenin amiri olan mehterbaşı zurnazenbaşı, yardımcısı olan tablzenbaşı, başmehter ağa, zilzenbaşı, boruzenbaşı ve nakkarezenbaşı üzerlerine al renkli çuha biniş ve çakşır, ayaklarına sarı mest giyerler, başlarına da yine al destar sararlardı. Mehter başçavuşu kapaklı kollu,sarı dar entari ve sarı mest giyer, başına yeşil destar sarardı. Diğer mehteran lacivert ya da siyah renkli çuha biniş ve al renkli çuha ya da bez çakşır, ayaklarına da al mest giyerler, başlarına yeşil destar sararlardı. Savaşta askeri düzende, saflar halinde yürüyen mehterin heybet veren bir görünüşü vardır. Padişah seferde iken mehter takımı iki misline çıkarılır ve saltanat sancaklarının arkasında durup tabılhane çalarak konak yerine kadar giderler, her ikindi zamanı Otağ-ı Hümayun(eğer Padişah katılmamışsa Serdar-ı Ekrem'in çadırı) önünde nevbet vururlardı. Mehterin aynı makamdan birçok parçayı ard arda çalmasına "nevbet vurma" denirdi.  Nevbet vuracak mehteran, nakkareciler bağdaş kurmuş, diğer sazlar çalanlar da ayakta yarımay biçiminde dizilirlerdi.Mehterbaşı elinde çevgan olarak yarın halkanın ortasında durur. İçoğlan başçavuşu'nun "Vakt-i sürür ü safa mehterbaşı, hey hey" diye bağırmasıyla nevbet vurulmaya başlardı. Nevbet, gülbank çekilerek dualarla bitirilir, sonra mehterler "temenna" ederlerdi.
Önceleri günde beş kez her namazdan önce nevbet vuran Mehterhane-i Hakani, Fatih Sultan Mehmed döneminde yalnız ikindi namazlarından önce çalmaya başladı. Bunu dışında cülûslarda, kılıç alaylarında, zafer müjdesi geldiğinde, arife divanlarında,şehzade ve sultanların doğum ve sünnet düğünlerinde de çalardı. On yedinci yüzyılın sonunda ve Onsekizinci yüzyılda Topkapı Sarayında Demirkapı denen yerde, ayrıca Eyüpsultan, Kasımpaşa, Galata, Tophane, Beşiktaş, Rumelihisarı, Yeniköy, Kavak, Beykoz, Anadoluhisarı, Üsküdar gibi semtlerde geceleri yatsı namazından sonra ve halkı sabah namazına kaldırmak için güneş doğmadan hemen önce nevbet vurulur, Böylece subaşılar ve kadılar uyandırılırdı.

ENDERÛN MEKTEBİ EĞİTİMİ NEDİR

Çağdaş deyimlerle "kamu'ya kapalı ve üst düzey yönetici yetiştirmek üzere Devletçe seçilerek öğrenci alınan resmi öğrenim kurumu"nun adıdır. Okulun başlıca özelliği bütün bu derslerin Türkçe okutulması idi. İsminden de anlaşılacağı gibi Saray içinde bulunan bir kuruluştur. Devlet idaresine memur olan "Kalemiye", "Seyfiye", ve "İlmiye" sınıfı görevlileri "birun" (yani dış kısım) olarak isimlendirilmiştir. Osmanlı Saray teşkilâtına a'lem (simge) olarak kullanılan Enderun, terminolojide "Osmanlı devletinin içyüzü" gibi bir kavramı belirler. Enderun, öğrencilerini öğrenim ve eğitim ayırımı yapılmadan yetiştiren okuldur. Öğrenciler eğitimleri sırasında da belirli düzeylerde uygulama sorumluluğu üstlenirler. Burada hizmet eden içoğlanlarına "Enderun ağaları" (veya Gılmanan-ı Enderun yahut Yeni Saray İçoğlanları) kısaca "Enderunlular" denirdi. Enderun'dan 56 adet Sadrazam çıkmıştır. İleride görüleceği gibi, Birun ümerası içinde de Enderun'dan gelenler olduğuna göre bu rakamı arttırmak mümkündür. Enderun mektebinde yalnız idareci ve asker değil, bir çok tanınmış âlim , hattat, nakkaş, musikişinas ve sanatkar yetişmiştir. Çocukluk yıllarından başlayıp uzun yıllar boyunca süren beraberlikleri ve çok sıkı ortak bir eğitimden geçmeleri nedeniyle Enderunlular meslek hayatlarında birbirlerini çok tutmuşlar ve kayırmışlardır. Enderun Mektebinin eğitim aşamaları "Oda" terfih etmek sistemine göre yapılmakta idi. Oda diye adlandırılan yetiştirme grupları önem derecesine göre "1-Büyük ve Küçük odalar,2- Doğancı Koğuşu,3- Seferli Odası, 4- Kiler Odası, 5-Hazine Odası, 6-Has Oda" olarak sıralanırlar. Bununla beraber bu 6 aşamayı tamamlamak şart oladığı gibi, öğrenciler kabiliyetlerine ve başarılarına göre ara aşamalarda iken asli görevlere atanmışlardır.Bununla beraber terfih edilen her aşama hiç kuşkusuz bir başarı ölçüsü olmaktadır.

SİNDİRİM AYGITI VE GÖREVLERİ NELERDİR ?


Sindirim aygıtı besinleri kan ve hücreler tarafından kolayca emilebilen yalınç maddelere dönüştürür ve sindirim adını alan bu süreç boyunca oluşan artıkları boşaltır. Sindirim aygıtı, iki bölüme ayrılır:
1- Sindirim Borusu : Ağızdan anus'a (Makat) kadar uzanır. 8-10 metre uzunluğundadır. Çapı her yerde aynı değildir. Birçok organdan meydana gelir.
2- Sindirim Bezleri: Sindirime yardımcı olan sıvılar salgılar. 
Sindirim borusu : Bir dizi organdan oluşur. En önemlileri, ağız, yutak, yemek borusu, mide ve bağırsaklardır.
AĞIZ :  Sindirim borusunun başlangıç noktasıdır. Dıştan dudaklarla yanaklar, içten damak ve arkadan genizde sınırlanmış bir boşluktur.Ağız, sindirimde önemli görevleri olan iki organ taşır. Dil ve dişler. Dilde tat almamızı olanaklı kılan tat alma cisimcikleri (kabarcıklar) bulunur. Dil, hareket ederek lokmanın oluşmasına ve konuşmaya yardımcı olur. Dişler, özel bir kemik dokusundan oluşan organlardır.Çene kemiklerindeki alveol (diş yuvası) denen çukurlara yerleşmiştir. Dişin ortasında öz odacığı adını alan bir boşluk içine giren kan damarları ve sinir telleri canlı diş özünü oluşturur.Üstündeki fildişi tabakası diş özünü , çene kemiğinin dışında kalan taç kısmını kağlayan mine tabakası ise fildişini korur. Çene kemiğinin içinde kalan kök kısmı seman tabakası ile örtülüdür. Taç kısmının şekline göre, dişlerin çiğneme olgusunda değişik görevleri vardır. Keskin kesici dişler kesmeye, köpek dişlerinin sivri taçları parçalamaya yarar. Küçük azılarla büyük azılar besinleri ezer öğütür. İnsanda dişlerin çeşitliği değişik besinler yiyebilmesini ve biyolojide "her şeyden yiyenler" (Omnivore) sınıfına girmesine neden olur.
YUTAK : Huni şeklinde genişçe bir boşluktur. Ağızdan gelen besinler yemek borusuna inmeden yutaktan geçer. Gırtlakla solunum yollarına yemek borusuyla sindirim organlarına açılır.Östaki borusu ile kulağa bağlıdır. Aynı anda yutmak ve nefes almak olanaksız olduğundan bir büzgen kas sistemi (Epiglotis-gırtlak kapağı ve glotis gırtlak dili) harekete geçerek yutma sırasında havanın soluk borusuna solunum sırasında ise lokmanın yemek borusuna geçişini engeller. Yani yutarken soluk alma, soluk alırken ise yutma eylemleri durur.
YEMEK BORUSU: Diyafram kasını delerek mideye açılan 20-25 santimetre uzunluğunda bir borudur. Lokma peristaltik (solucan halkalarının hareketlerini andıran) kasılmalarla yemek borusundan aşağı iner.
MİDE . Biir tür torbadır. Mide ağzı (kardia) ile yemek borusunda mide kapısı (pilor) ile ince bağırsağa açılır. Mide sindirim sürecinde besinleri etkileyen mide suyunu salgılar.
BAĞIRSAKLAR: Sindirim borusunun en uzun kısmıdır. Şu bölümlerden oluşur:
İNCE BAĞIRSAKLAR:Boyu 6-7 metre çapı ise 3 yada 3 santimetredir. Karın boşluğunda kıvrılarak bağırsak paketi veya kütlesi oluşturur. İnce bağırsağın mukoza'sında (sümüksel gömlek) çok sayıda kıvrım ve çıkıntılar bulunur. Bunların görevi, belirli besinleri emmek ve bağırsak suyunu salgılamaktadır. İnce bağırsak üç bölümden meydana gelir. Oniki parmak bağırsağı (duodenum) boş bağırsak (Jejunum) ve kıvrımbağırsak (ileum)
KALIN BAĞIRSAKLAR: Boyu yaklaşık bir buçuk metre çapı 5-8 santimetredir. İnce bağırsağın kıvrımbağırsak bölümü ile kalın bağırsak arasında besinlerin kalın bağırsaktan ince bağırsağa geri gitmesini engelleyen bir kapakçık bulunur (ileum-çekum kapağı). Kalın bağırsağın başlangıç bölümünde kör bağırsak (çekum) denen bir kıvrım göze çarpar. Solucansı takı (apandis) kör bağırsakta bulunan ince ve kısa bir uzantıdır. Kör bağırsaktan sonra sağ (yükselen) kalın bağırsak ve göden bağırsağı (rektum) gelir. Göden anus'tan (makat) son bulur.Anusun bitiminde büzgen kaslar vardır.
SİNDİRİM BEZLERİ : Sindirim bezleri sindirim ve özümleme (assimilasyon) süreçlerine katkıda bulunan maddeleri salgılar. Bu bezlerin bazıları sindirim borusunda (içbezler) diğerleri ise bu borunun dışında (dışbezler) bulunur.Dış bezler boşaltma kanallarıyla sindirim borusuna bağlanır.Sindirim bezleri şunlardır:
TÜKÜRÜK BEZLERİ: Tükürük salgılarlar. Ağız etrafındaki konumlarına göre çene altı, dil altı ve kulak altı tükürük bezleri adını alırlar.
PANKREAS . Onikiparmak bağırsağına boşalan pankreas özsuyunu salgılar.
KARACİĞER: Sindirim aygıtının en önemli ve en büyük bezidir. Ağırlığı yaklaşık iki kilodur. Öd sıvısını salgılar. Öd kesesinde depolanan öd suyu gerektiği zaman koledok kanalından geçerek onikiparmak bağırsağına boşalır.
SİNDİRİM: Sindirim aygıtını oluşturan organlarda yer alan mekanik eylemlerle kimyasal olguların hepsine sindirim denir. Sindirim sürecinde besinler organizma tarafından özümlenebilen maddelere dönüşür.Sindirim eylemleri şunlardır:
MEKANİK SİNDİRİM EYLEMLERİ
1- Çiğneme,
2- Tükürükle karışma,
3- Yutma,
Peristaltik (sığamsal) hareketler,
5- Boşaltma.
KİMYASAL SİNDİRİM EYLEMLERİ
1- Midede sindirim,
2- Bağırsakta sindirim
3- Maddelerin emilmesi

18 Temmuz 2013 Perşembe

KAS HAREKETİ VE GÖREVLERİ NELERDİR ?

Anatomi, organların dış görünümünü ve dinlenme halinde yapısını ayrıntılı bir biçimde inceler. Oysa fizyoloji, bu organların normal işlevlerini araştırır. Kasların üç özelliği bardır: Esneklik, kasılganlık ve kas gerilimi (tonus). Kas, bir kuvvetin etkisiyle uzama, bu kuvvetin kalkmasıyla normal durumuna dönme yeteneğine sahiptir (esneklik). Bazı fiziksel uyaranların (örneğin, çimdik ya da elektrik akımı) uyarmasıyla lifler kısalır, kas kasılır (kasılganlık). Vücudumuzun bazı bölümlerinde karşıt görevler yerine getiren karşıt kaslar bulunur. Şöyle ki, biri kasılırsa, diğeri gevşer, biri gevşerse, diğeri kasılır. Kolumuzu içe doğru büktüğümüz zaman, kolun içe bakan kasları kasılır, dışa bakan kasları gevşer. Kolumuzu açtığımızda, bunun tersi olur. Kaslar, normal olarak sürekli kısmi kasılma halinde ve her an harekete hazır durumdadır.(izometri). Bu özelliği tonus ya da kas gerilimi denir. Kasları bulunan bütün canlı varlıklara özgü bu kısıtlanmış kas faaliyeti, insanda vücut ısısını 37 derecelik değişmez bir düzeyde korur. Kaslar kasılınca, bağların (tendon) katkısıyla, tutundukları iki kemiği çekerler (traksiyon). Genellikle kemiklerden biri hareket eder, diğeri yerinden oynamaz. Hareket eden kemik, bir kaldıraç gibidir. Örneğin, kolumuzu dirsekten başlayarak kaldıralım, dirseğe baplı olan pazı kemiği oynamazi dirsek ile el arasındaki bölüm hareket eder. Bu durumda kasın ele yakın ucuna tutunduğu nokta kuvvetin uygulandığı yer, kaldırma hareketi için harcadığımız güç veya kaldırılan ağırlık direnç, kasın diğer ucuyla hareketsiz kemiğin birleştiği nokta (dirsek), destek noktasıdır.
KAS KASILMASININ SONUÇLARI
Mekanik sonuçlar:  Kemiklerin durum değiştirmesi, statik sonuçlar doğurur. Başka bir deyimle, vücudun uzayda durumu değişir (ayakta, oturmuş ya da yatık durumda.
Dinamik sonuçlar :  Yürüyüş, koşu, atlama, yüzme ve bütün hareketlerden doğan sonuçlardır. Her durum ve harekette değişik kas grupları  tam ve kusursuz bir uyumla kasılır ya da gevşer.
FİZİKSEL VE KİMYASAL ETKİLER Bunların en önemlisi, izometrik kasılma (normal durumdaki sürekli yerel kasılma--tonus) ile istemli ve istemsiz kasılmada ısı bırakılmasıdır. Kasılma olgusu için gerekli enerjinin, glikozla oksijen sağlar. Zorlu hareketlerde kaslarda bulunan şeker, enerji gereksinimini karşılayamaz. O zaman karaciğer biriktirmiş olduğu şekerle nişastaları devreye sokar. Bu maddeler, glikoza dönüşür, kan yoluyla kaslara ulaşır. Glikozu yakmak ve oluşan artıkları daha hızlı uzaklaştırması gerekir. Bu yüzden yürek atışlarını, solunum aygıtı solunumu sıklaştırır.
BİYOLOJİK ETKİLER Kas yorgunluğu, kas glikozuunun geçici olarak tükenmesi, ya da yanma için gerekli oksijenin yetersizliğidir. Bu durumda normal hareketlerde oluşan suyla karbon dioksit (CO') yerine, laktik asit oluşur.. Bu asit kanın kasılmasını giderek güçleştirir.Kas faaliyeti durunca, kas liflerinin arasına yerleşen laktik asit kristalleri (billurları), kas ağrıları ve yorgunluk duymamıza neden olur.

İŞİTME BOZUKLUKLARI NEDEN OLUR


Ağır işitmenin ya da sağırlığın nedenleri, çok çeşitlidir. İşitme bozuklukları, soya çekim yoluyla kuşaktan kuşağa geçebileceği gibi, çocuğun henüz anne karnında bulunduğu sırada, annenin geçirdiği bir hastalık da, buna yol açabilir. Özellikle gebelik döneminde görülen kızamık, ya da mikrobik enfeksiyonlar, çocuğu ilerde sağır bırakabilir. Doğumdan sonra da, çocuğun bir enfeksiyon geçirmesi, yine işitme bozuklukları yaratabilir. Örneğin kabakulak, boğmaca ve kızıl, bebeğin işitme duygusunu tehdit eden hastalıklardır. Ayrıca ilaç zehirlenmesi, basit bir üşütme, boğaz, burun ya da orta kulak iltihapları da, işitme bozukluğunu doğuran etkenlerdir.
ORTA KULAK İLTİHABI : Hastalık hafif başlayıp, giderek artan kulak içindeki uğultuyla kendini gösterir. Sonra hafif kulak ağrıları görülür. Ağrılar şiddetlenip bütün başı sardığında, hastalık iyice yerleşmiş demektir. Bazı durumlarda ateş 40'a kadar yükselebilir. Acele doktora başvurulmalıdır.
MÜZİK VE İŞİTME DUYUSU : Yapılan araştırmalar, 800 saat pop-müziği dinleyen bir insanın, duyma yeteneğini tamamen kaybettiğini göstermiştir. İki saatten çok devamlı ve gürültülü müzik dinleyen insan, bundan sonra 16 saat süreyle ağır işitmekte, yanı yarı sağır duruma gelmektedir.  

ZEHİRLENME NEDİR, BELİRTİLER NELERDİR NE YAPILMALIDIR.


Dokularla vücut işlevlerinde tehlikeli değişikliklere neden olan öğelere, zehir denir. Zehirler, vücuda ağız, burun ya da deri yoluyla girer.Zehirlenme çeşitleri ise:
Zehirli gaz zehirlenmesi: İyi yanmamış kömür, egzoz gazında bulunan karbon monoksit , vb. gazlardan zehirlenmeler
Besin zehirlenmesi: Bayat ya da zehirli yiyecek (zehirli mantar, alkol ve vb.) zehirlenmeleri.
Tahriş edici madde zehirlenmesi: Çamaşır sodası, çamaşır suyu, amonyak, hidroklorik asit, vb. maddeleri yutmaktan ileri gelen zehirlenmeler.
İlaç zehirlenmesi: Uyuşturucu maddeler ve bazı ilaçların çok alınmasından ileri gelen zehirlenmeler.
Maden zehirlenmesi: Kurşun, fosfor, arsenik, cıva vb. zehirlenmeleri.
Belirtileri, zehirlenmeye neden olan maddeye göre değişir. Bu yüzden bu maddenin ne olduğunu, alınan miktarı ve aradan geçen süreyi doktora bildirmek çok önemlidir. Her tür zehirlenmede geçerli önerilerde bulunmak olanaksızdır. Ancak değişik zehirlenmelerin belirtilerini kısaca sıralamak yararlıdır. Uyuşturucu maddeler genellikle akıl bozuklukları ve komaya sokar. Maden zehirlenmesinde, kusma, ishal ve bayılma görülür. Asitlerle tahriş edici alkaliler (çamaşır suyu, çamaşır sodası, vb.) sindirim sisteminde yaralar, ağrı ve kanamalar oluşturur. Alkol, taşkınlık, bilinç yitimi (şuur kaybı) ve alkol komasına neden olur. Karbon monoksit (CO)  zehirlenmesi başağrısı, bulantı, kusma,halsizlik, beyin lezyonları, koma ve ölüme bile yol açabilir. Zehirli mantarla bayat yiyecek zehirlenmelerinin belirtileri kusma ve kanlı ishaldir. Böcek, yılan, akrep vb. sokmasının neden olduğu zehirlenmelerde bulantı, kusma, ishal, bayılma ve dirimsel tehlike görülür. Bu durumlarda neler yapmalıyız sorusuna ; Dirimsel tehlike gösteren durumlarda bir an önce doktor getirmek ya da hastayı acilen bir hastane yada ilk yardım merkezine ulaştırmak gerekir. Çünkü çok kez mide yıkama, vb. bir tıbbi müdahale gerekebilir. Doktorun uygun antidot'u (panzehiri) verebilmesi için zehirlenmenin neden ileri geldiğini, alınan zehir'in miktarını, aradan geçen süreyi, zehirlenmenin ilk belirtilerini (kusma, ishal, baş dönmesi, ağrı, bilinç yitimi, uyku hali, koma) bilmek çok önemlidir.

KAS YIRTILMASI VE BURKULMASI NEDİR TEDAVİSİ NASIL YAPILIR ?


Kas yırtılması : Kasın aşırı gerilmesi, ani ve ters hareketler, aşırı kas yorgunluğu, kaslar ısınmadan yapılan antraman, ani ve ters bir hareket yada herhangi bir kası aşırı zorlama sonucu kas liflerinin kopması ya da bir kasın tamamen yırtılmasıdır. Yırtılmanın önemi, yırtılan kasın türü ile kopan liflerin sayısına bağlıdır. Burkulmada kas lifleri aşırı derecede gerilir, ancak kopmaz, gerilen lifler, hemen eski haline dönmez. Kas yırtılmalarıyla burkulmalar, genellikle kol, bacak, sırt ve bel kaslarında görülür. Belirtileri ise Hareket edince çoğalan şiddetli ağrılar, burkulan kısımda hareket zorluğu, Şişme ve hematom (kanın deri altında toplanması). Böyle durumlarda ilk yapılacak müdahale yırtılan ya da burkulan yeri hareket ettirmekten kaçınmak gerekir, ağrılı bölgeye buz kesesi ya da  soğuk kompres uygulanır, hafifçe sıkarak sarılır. Böylece travmaya uğrayan kasların hareket etmesi engellenir ve hematomun azalması sağlanır. ağrılar ve sancılar şiddetli olduğu takdirde bir hekim tarafından tedavi edilmesi gerekir.

METABOLİZMA NEDİR

Metabolizma, hücrenin yaşamsal görevlerini gerçekleştirmesini sağlayan fiziksel ve kimyasal süreçlerin bütününe verilen addır. Yani metabolizma beslenmemizle başlar, sindirim, solunum, dolaşım ve boşaltım organ ve aygıtlarının katkısıyla sürer.Anabolizma denen evrede vücutta bir dizi bileşme (sentez) tepkimesi (reaksiyonu yer alır. Bunların sonucunda canlı protoplazmaya karşılayabilecek nitelikte yeni maddeler üretilir.
Anabolizma'da oluşan maddeler bir süre sonra hücrelerde değişime uğrar, ayrışır ve atılması gereken maddelere dönüşür. Bu sürece katabolizma denir. Metabolizmanın bu iki evresine özümleme veyadımlama da denir. Anabolizma'da (özümleme) besinlerin sindirilmesiyle yeni proteinler oluşur. Diğer deyimle hayvan eti insan etine dönüşür. Proteinler ince barsağa geldiği zaman yalınç (basit) amino asitlere ayrılmış durumdadır. Bu proteinler bağırsak kılcal damarlarına geçer. Kılcal damarlar birleşerek bağırsak toplardamarını onlar da karaciğere giden kapı toplardamarını oluşturur. Karaciğerde amino asitlerin işe yarıyanları seçilir depolanır, dağıtılır. Kalanlar değişime uğrayarak böbrekten dışarı atılır. Hücrelere taşınan amoni asitler yeniden sıralanır, ayrılır. Bu amino asitler 20 türdür. Vücut proteinlerini oluşturmak için gerekli sayı ve sırada protein sentezlenir. Hücreler yediğimiz besinlerden yeni proteinler sentezlemeyi  şu şekilde başarır. Hücre çekirdeğindeki kromozomlarda bulunan dezoksiri bonüleik asit (DNA)'in proteinleri seçme ve sıralama işini gerçekleştirdiği günümüzde kabul ediliyor. DNA molekülleri hazırladıkları şifrelerle hücre faaliyetini düzenler ve yönetir. Ancak sentezleme eylemi (plazma içi ağı) endoplazmik retikulum'un ribonukleik asit (RNA) ten oluşan bölgelerinde yer alır. Çekirdekteki RNA DNA'nın hazırladığı şifreleri protoplazmadaki RNA'ya iletir, protoplazmadaki RNA'lar protein sentezini gerçekleştirir. Katabolizma (yadımlama) sindirilen besinlerden oluşmuş protein yağ ve karbonhidratların değişime uğrayarak artıklar haline dönüşmesidir. Karbonhidratlar bağırsaklarda basit şekerlere dönüşür. Bunlar bağırsak çeperlerinden kılcal damarlara, sonra kapı toplardamarıyla karaciğere geçer. Karaciğer, glikozu glikojene dönüştürerek bir kısmını depolar, kalanını hücrelere dağıtır. Hücrelerde glikojen yanar, enerji üretir. Hücre içi yanma bir tür fırın olan mitokondriumlarda (ipliksi tanecikler) kanda gelen oksijenle glikojenin birleşmesiyle gerçekleşir. Glikojen çok yavaş yanar, azar azar ısı bırakır. Glikozun oksitlenmesinden oluşan karbon dioksit (CO 2) akciğerlerden havayla, su ise böbrekten sidik, deridende terle dışarı atılır.

OSMANLIDA SAAT YAPIMCILIĞI

Özel yapım osmanlı antika cep saati
Avrupa'da mekanik saatlerin üretimine 1300'lerde başlandı. Osmanlı halkının bu alana karşı ilgisi İngiliz ve İsviçreli saat yapımcılarını Osmanlı pazarları için saat üretmeye yöneltti. Daha sonra Osmanlı ülkesinde saat ustaları Avrupa'dan temin ettikleri mekanizma parçalarıyla el yapımı saatler üretmeye başladılar. Takiyüddin (1525-1585) 'in teknik çalışmaları Osmanlı'ların bu alanda teknolojik ilerlemelerinin bir belgesidir. Yeni teknolojinin büyük ve küçük saat yapımcılığında uygulanması sonucu, 1630-1700 yıllarında İstanbul'un Galata semtinde saatçiler loncası kuruldu. Osmanlı ustalarının ürettikleri saatler, onlara bu sanatı öğreten İngiliz ve İsviçreli ustalarla boy ölçüşecek nitelikteydi. Ancak On sekizinci yüzyılda Avrupa'da sarkaçlı duvar saati mekanizmalarında teknik buluşlar yapıldı. Saatin çalışması için gerekli enerji ağırlıkların düşmesi yerine otomatlar ve bazı araçlarda olduğu gibi zemberek kullanılarak sağlanmış, yayların salınımlarında da pandüllerde olduğu gibi periyod değişmezliği olduğu bulunmuş hareketin ayarlanmasında yararlanılmış, uygulamalı mekanikten   yardımıyla saat maşası bulunmuş ve sıcaklık farklarının doğurduğu hataların da elimine edilmesi sağlanmıştır. On yedinci yüzyılda Avrupa ekonomi ve politikasında egemen olan merkantilism mamul malların ihracını teşvik etmekte ve buna karşılık yeni teknolojilerin dış ülkelere yayılmasını yasaklamaktadır. Bu önlemler Osmanlı saatçilerinin yeni teknolojileri görselerde gerekli parçaları temin etmeleri engellendi. Osmanlı ülkesinde saatçi ustaları el yapımı çarklar imal ederek orijinal saatler imal etmeye devam ettiler. Ancak İngiliz ve İsviçre'de olduğu gibi saat mekanizalarında yenilikler icad etmeyi mümküm kılacak kadar gelişmiş "saat sanayii" ve teknolojiyi hiçbir zaman kuramadılar.

ÇINAR AĞACI SEVGİSİ NEDİR


Çınar ağacının kültürümüzde özel bir yeri vardır. Belki de çok yaş yaşadığından devleti simgelediğine inanılmıştır. Beş asır Müslüman olan Rumeli'ye önce çınar dikilmiştir. Bu yüzden çınar ağaçlarının dipleri, çevreleri ya mesire yeri, ya da kahvehanedir. Bayezıd, Emirgan, Beylerbeyi,Anadolu ve Rumeli kavakları, Büyükdere Çayırbaşı, Ortaköy, Kozyatağının "çınaraltıları" hala mevcuttur. Topkapı Sarayının birinci avlusunda Fatih döneminden kalma "Yeniçeriler Çınarı" Sultanahmed'e çıkan Alemdar caddesini ikiye bölen ve çok yaşlı olduğundan ortası yarılmış ulu çınarlar da Osmanlı Devletinden kalma yaşayan anılardır. Göksu deresi kenarındaki " Beş kardeşler" çınarı da hayli ünlüdür.Örneğin Bursa'da Muradiye'deki "Ulu Çınar", Somuncubaba Çınarı, Eskicibaba Çınarı, Yıldırım ilçesindeki Yeniçerilere altında ulûfe dağıtılan "Ulûfe Çınarı" ünlüdür. Böylece çınarlar dikilmekle kalmamış, öykülerle, efsanelerle gelecek nesillerin gönüllerine sevgiyle aktarılmıştır.



ÇİNİCİLİK VE OSMANLIDAKİ ÖNEMİ


Çiniler, Osmanlı baş şehirlerini, sanki bir başka alemin renkleri içinde dolaştırır. Örneğin Muradiye Cami'i ve Türbeleri'nde çinilerin mimari bezeme olarak kullanımını, pencere alınlıkları, panolarla karolar ve nihayet makro planda alınmış bir geçme motifi bütünden parça'ya kadar gerçekleştirilmiş doğal bir dizin oluşturur.Aslında evvelâ adıyla ünlü "Çinili Köşke, arkasından Süleymaniye Cami'inin çinileri, sonra hemen bahçesindeki Kanuni Sultan Süleyman ve Hurrem Sultan'ın türbeleri yine çinileriyle, devamında dünyaca ünlü çinileriyle Rüstem Paşa Cami'i , arkasından yine çinileriyle Piyâle Paşa, Atik Valide, Ramazan Efendi, Kadırga Sokullu, Topkapı Sarayında Sünnet odası, Hırka-i Saadet ve Harem'in çinileri, yine ayrı bir sergileme katogorisi oluşturan Bursa, Edirne ve Kütahyayı çinilerimizde yüzyıllar boyu resmedilmiş çiçek motifleri bir "Çini Bahçesi " olarak gezmeden Osmanlı çiniciliğinin güzellikleri ve kültürel macerası anlaşılamaz.

EBRU SANATI NEDİR NASIL YAPILIR


Ebrû Sanatının ilkesi, teknedeki suyun yüzeyine serpilen boyalarla oluşturulan renklerin kağıda geçirilmesidir.
Dolayısıyla boyaların suda erimemesi, dibe çökmemesi ve yüzeyde hârelenmesi gerekmektedir. Boyaların dibe çökmemesi için teknedeki suya kitre ya da ayva çekirdeği, keten tohumu veya salep gibi maddeler karıştırılarak yoğunluğu arttırılır. Ve hârelenmeleri için suda erimeyen boyalar ve sığır ödü veya kalkan balığının  ödü olarak kullanılarak bir yüzey gerilimi meydana getirilir.Öd miktarına göre boya yüzeye fazla veya az yayılır ve boyaların birbirine karışmasını da önler. Ebruya rengini veren suda erimeyen toprak boyalar eltaşı denen bir aletle macun kıvamına kadar ezilir. Vişne çürüğü lök denilen, kırmızı gülhahar denilen ve tütün rengi de özel bir topraktan elde ediliyordu. Beyaz renk için üstübeç, sarı renk için zırnık, siyah renk için odun veya barut isi kullanılırdı. Boyalar at kılnndan yapılma fırçalarla teknedeki kitreli suyun yüzeyine, koyu renklerden açık renklere doğru sırayla serpilir, suyun üzerinde kendiliğinden bazı desenler oluşur. Yüzeye yayılan boyalar bir iğneyle daireler çizilerek şekillendirilirse şal ebru veya ince bir telle birbirine dik yönlerde ileri geri hareket ettirilirse gelgit ebru; merkeze doğru sarmal şekiller oluşturulursa bülbülyuvası ebru elde edilir. Gelgit ebru, tahta üzerine çakılmış ince tellerle yapılmış tarakla sağa sola çekilirse taraklı ebru, tarağın tel aralıklarının dar veya geniş tutularak damarlı somaki mermerine benzetilirse "somaki ebru", çok uçuk renklerle yapılırsa "hafif ebru" aynı kağıda iki değişik motif tekrarlanırsa "akkase ebrû" denir. Teknede son şeklini alan ebrû deseni, mat yüzeyli, emici bir kağıt teknenin kenarından yavaş yavaş su yüzeyine verilerek kağıdın yüzeyi üzerine aktarılmış olur. Bu kağıt kurutulduktan sonra mühlenerek düzeltilir.

OSMANLIDA KULLANILAN GEMİ TÜRLERİ VE ÖZELLİKLERİ


Tersane-i Amire'de yapılan gemilerin teknik özellikle ve boyutları şunlardır.
KADIRGA:  On yedinci yüzyılın sonlarına kadar en çok edilen türdür. İki bodoslama arası 55-56 zira (41-42 m.) hemen hemen su seviyesinde, kıçları başlarına oranla daha yüksek ve baş bodoslamaları omurgalarına diket iner, Baş ve kıç'da halatlarla çevrili yarım güvertelerde kaptanlarla savaşçılar durur, orta bölümde 25 oturak ve 49 kürek bulunur, her küreği 4-5 kürekçi çekerdi. Mürettebat yaklaşık 330 kişidir. Malzeme olarak 3 yelken, 2 tente, 5 lenger, 6500-7000 kg. hak-lat ve on beşinci yüzyılın sonlarında 1 büyük top, 4 darbzen ve 8 prangı topu, sonraları 1 başta, 2 yanlarda olmak üzere 3 top bulunuyordu. On yedinci yüzyılın başlarında bir kadırganın maliyeti 236.500 akçe tutmakta idi.
BAŞTARDA : İki bodoslama arası 57-72 zira (43-55 m.) 26-36 oturaklıdır; Küreklerde 5-7 kürekçi vardır.
PAŞA BAŞTARDASI: 70-72 zira (53-55 m.) 36 oturaklı, her küreği 7 kürekçi çeker. Mürettebat ise 500 kürekçi olmak üzere 800'e ulaşır. Baş tarafında 3 top, yanlarında daha küçük çaplı 4-5 top vardı.
MAVNA: 65 zira(49 m.) uzunluğunda fakat baştarda'dan daha geniş ve daha yüksektir. 26 oturaklı, 52 küreğin her birini 7 kişi çeker; 2-3 direkli, 3 katlıdır.Mürettebatı 600 kişidir. 2 koğuş topu, 6 koln-borne topu ve 12 saçma topu vardı.
KALYATA: 42-48 zira (32-36 m.) uzunlukta ve 19-24 oturaklıdır. İnce donanmada da kullanılır. Baş topu ve 220 savaşçısı vardır.
PERGENDE: 33-40 zira(25-30 m.) uzunluğundadır. 18-19 oturaklıdır.
FİRKATE: 4.5-27 zira (3,5-20 m.) uzunluğunda, 10-17 oturaklı, her kürekte 2-3 kürekçi vardır.
FIRKATEYN : 46-64 zira (34-48 m.) uzunluğunda 46-50 topludur.
KALYON: 63-66 zira (48-50 m.) uzunluğunda, iki ambarlı ve 80-84 topludur. Daha sonraları, örneğin 1814'te denize indirilen Mahmudiye Kalyonu gibi, üç ambarlı 100-120 toplu kalyonlar yapılmıştır.  
 

17 Temmuz 2013 Çarşamba

TEZHİB SANATI NEYE DENİR ? NASIL YAPILIR.

Tezhip sanatında ezilerek, kolaylıkla kullanılacak kıvama getirilebilen toprak boyalar kullanılmıştır. Yapılacak iş ve kullanım şekline göre tahrir fırçası, zemin fırçası, altın fırçası gibi adlarla bilinen değişik kalınlıkta ve özellikteki fırçalar kullanılır. Motif stili seçilip kağıt üzerinde hafifçe belirtildikten sonra renklendirilir. Altınla boyanmış kısımlar üzerine ince kağıt konularak özel biçimler verilmiş mührelerle parlatılır. Sonra desenlerin dışına <<tahrir>> denilen kontur çekilir. Tahrirlendikten sonra zeminler boyanır. El yazması sayfalarında veya levhalarda yazı etrafına <<cedvel>> adı verilen bir veya birkaç çerçeve çizilir. Bunların bir veya birkaçı altın , diğerleri cervellerin kenarına çizilen renkli çizgilerden meydana gelir.Cetvellerin dışına bazen geçme denilen geoetrik şekillerden ya da bitkisel figürler, çiçeklerden oluşan bordür yapılır. Kıymetli yazma kitapların başlarına "fasılbaşı tezhibi", sdo bölümüne "hatime sayfası" bezemeleri yapılırdı. Cümle bitişlerine ve mushaflarda ayetlerin sonlarına <<mücevher nokta>> denilen tezhipli yuvarlak veya yıldız şekilleri konulurdu. Bunların üç yapraklı olanlarına "seberk", beş yapraklı olanlarına "pençberk, altı köşelilerine "şeşhane nokta" adı verilirdi. Levha kenarlarındaki boş alanlara, kitapların cilt sayfalarına, yazı aralarına "püskürme" denilen süsleme tarzını andıran biçide "zerefşan" denilen altın yaldızlı parçacıklar yahut "simefşan" denilen gümüş parçacıklı ve "rengefşan" denilen boyalı süslemeler yapılırdı. Tezhibin önemli bir unsuru da tığ denilen ve süslemenin dış konturundan sayfa kenarına doğru uzayan, uçlarında küçük motifler bulunan düzgün çizgilerdir.
Kanuni Sultan Süleyman devri tezhip sanatının en parlak dönemidir. Bu dönemde renklerin kullanımında bir kısıtlamaya gidilmemiş ise de altın yaldız ve lacivert rengi tercih edilmiştir.Bu dönemin özelliklerinden biri de güllerin bağımsız tezhip formu olarak kullanılmasıdır. Ancak tezhip sanatının işçilik ve desenlerindeki zenginlik On yedinci yüzyılın özellikle ikinci yarısından sonra gerilemiştir. On sekizinci yüzyılda ise Batı'dan gelen barok ve rokoko üsluplarıyla karışarak << Türk rokokosu>> denilen yeni bir üslup doğmuştur.

FALAKA NEYE DENİR, NASIL UYGULANIR ?


Osmanlı'da, okula başlarken velisi tarafından <<Eti senin,kemiği benim>> diyerek teslim edilen çocuğun vücudu üzerinde hocaya bir tür <<tasarruf>> hakkı tanınmış olurdu.Mahalle mektebinde başlıca ceza şekli <<falaka>> idi. Suçun büyüklüğüne göre ve cinsiyetine göre sopaların seçimi, vuruş şekilleri gibi geleneksel kuralları ile falakaya yatırma adeta törenlik bir anlam taşırdı. Örneğin kavak ağacından değnek "göz korkutmak" içindir; acıtmaz, çabuk da kırılır. Ihlamur ve kayın ağacı da gevşek "göstermelik" sopalardır. "kızılcık sopası" ayakları şişirir. Nar ağacı ve yabani elma buna yakındır, ama budaklı olduklarından fiske bırakırlar.Bazen bunların budaklarına gümüş çiviler çakarlar, sap kısmına da karaca ayağı ekleyerek duvara asmak için süs değnekleri yaparlar.Kız çocuklarının yalnız ellerine vurulur. Kızlar için kullanılan değnekler söğüt'ten, yasemin'den, gül dalındandır. Bazılarına boya ile süsler yapılmış, bazılarının burma burma kabuğu soyulmuştur. Unutulmamalıdır ki, "darp" cezası şiddetli ve kesin şekilleriyle İslam ve Osmanlı hukukunda yer almaktadır. Böylece çocuklar, içinde yaşayacağı toplumun yaptırımlı kuralları ile ilk ilişkisini mahalle mektebinde kurmaktadır.

ESKİ TÜRK KUMAŞ ADLARI VE ÇEŞİTLERİ NELERDİR ?

"Eski Türk kumaşlarının desenlerinde yaprak veya çiçekler, veya çiçeklerden yapılmış rumi, bitkisel motifli süslemeler vardı." Türk kumaşcılığında kullanılan nebatların başlıcaları arasında stilize nohut,fasulye,kabak ve sarmaşık yapraklar ile lale,karanfil,sümbül,gül,nar çiçeği,kaz tüyü,güneş,yelpaze,selvi,yıldız,ağaç filizleri gibi çeşitli motifler bulunurdu. Osmanlı toplumunda kullanılan kumaşların adları ve türleri şöyleydi:
Alaca : Renklendirilmiş ipekle dokunur.
Arşın: Altın,gümüş ve ipek ile dokunur.
Atlas: Genellikle yorgan yüzü,yatak ve yastık için kullanılan ipekle dokunmuş muhtelif renkte sert bir kumaş.
Beşme: Her çubuğu ayrı ayrı beş renkte dokunur:
Canfes: (aslı canfeza'dır.) Cilasız ince bir ipek kumaş türü.
Çatma: İpekle dokunan yastıklık ve döşemelik kumaş.
Çitari: Bir ipek, üç pamuk ile dokunan ince bir kumaş.
Çubuklu: Peştamal veya elbiselik ipekli kumaş.
Çuha: Sık ve tok yünlü kumaş.
Diba: Çeşitli renk ve desende ipekli kumaş.
Kemha: 6600 tel ile dokunan, iki katlı havsız kadife kumaş.
Kutnu: Pamuk ve ipekle dokunan çiçek desenli kumaş.
Seraser: İnce sırma ve ipekle dokunan "en kıymetli kumaş"

VÜCUDUMUZDAKİ BOŞALTIM ORGANLARI VE GÖREVLERİ NEDİR ?

Sindirim ve solunum aygıtlarının katkısıyla başarılan beslenme hücre yaşamı için yeterli değildir. Beslenme sonucu oluşan karbon dioksit, üre, bazı tuzlar gibi maddelerin vücuttan atılması gerekir. Bu kalıntıların boşaltımını yüklenecek bir aygıta gereksinim vardır. Boşaltım aygıtı böbrek ile sidik yollarından oluşur. Ayrıca akciğer, karaciğer ve deri gibi organlar da boşaltıma yardımcı organlardır.
BÖBREKLER: Karın boşluğunda karaciğerle midenin arkasında ve biraz aşağısında omurgaya dayalı fasulye yada bakla biçiminde iki organdır. Her böbreğe bir atardamar girer, bir toplardamar çıkar. Bu iki damar böbrekteki bir kılcal damar ağıyla birbirine bağlanır. Böbreğin dış kısmı (kabuk bölgesi) tanecikli bir görünüm taşır. Böbreğin iç kısmına öz bölgesi denir ve çizgili piramitlerle kaplıdır. Piramitlerin tabanları kabuk bölgesine tepeleri ise böbreğin çukur kısmı olan havuzcuk ya da göbeğe bakar. Havuzcuk'tan çıkan sidik borusu iki böbrekten gelen sidiği toplayan sidik torbasına bağlanır. Sidik torbasından diğer bir boru (siyek) vücudun dışına açılır. Ağzında büzgen kaslar bulunur. Böbreğin yapısal ve işlevsel birimi glomerulus'tur. (kılcal damar yumağı) . Glomerulus'tan ayrılan kanalcıklar, kılcal damarlardaki kanı süzerek sidiğin oluşmasını sağlar. Her böbrekte yarım milyondan fazla glomerulus vardır.
DİĞER BOŞALTIM ORGANLARI:  Hücre beslenmesinin bütün artıkları sidik ile sidik yollarından atılmaz. Akciğer karaciğer ve deri de bu göreve katkıda bulunur.
AKCİĞER: Hücrelerden gelen kanın taşıdığı karbon dioksiti atar.
KARACİĞER: Karbon dioksit ve protein türevleriyle ölü oluşturur. Öd bağırsaklarda yağ sindirimine yardımcı olurken bir kısmı da dışkıyla atılır.
DERİ: Vücudu saran epitel yüzeydeki milyonlarca ter bezi ter salgılar. Tere sulandırılmış sidik de diyebiliriz. Salgılanan ter miktarı günde yaklaşık yarım litredir. Ancak hareket ve çevre sıcaklığı gibi etkenlerle bu miktar büyük farklılık gösterebilir. Sidik böbreklerde oluşan sıvı bir dışkı maddesidir Böbreklerden çıkan sidik, sidik torbasında toplanır ve idrara çıkma sırasında vücuttan atılır. Rengi açık sarıdır. Su ve suda erimiş maddeleri kapsar.  Böbreklerden günde yaklaşık 1500 litre kan geçer. Böbrek kanı arıtır, kan yoğunluğunu düzenler. Düzenleyici olarak kandaki su, tuz, glikoz ve vitamin yoğunluğunu belirli ve değişmez bir düzeyde korur. Bu görev tam olarak başarılamazsa bazı hastalıklar ortaya çıkar. Arıtıcı olarak protein sindiriminde oluşan üre ve ürik asit gibi vücuda zararlı artıkları kandan ayırır. Sidik yoğunluğunun aşırı artması, sidik yolları ve böbreklerde bazı tortu ve birikimlerin (böbrek taşları) oluşmasına neden olur. Bunlar böbrek boşaltımını büyük ölçüde aksatabilir. Üre fazlalığının atılmaması ise, üremi denen tehlikeli bir hastalığa yol açar. Ürik asitin eklemlerde toplanması artrit (eklem yangısı) ve guta (damla hastalığı) neden olabilirler.

SICAK ÇARPMASI NEDİR NASIL KORUNABİLİRİZ.

Sıcak çarpması; sıcak ve nemli ortamda uzun süre kalındığında veya ağır iş veya spor yapıldığında meydana gelir. Belirtileri yüksek ateş, çarpıntı, yüzeysel solunum, ciltte sıcaklık, kuruluk ve kırmızılık, hastanın hareketlerinde azalma, garip davranışlar, şiddetli baş ağrısı şikayeti, bulantı, kusma ve tedavi edilmeyen hastalarda şuur kaybı şeklindedir. Sıcak çarpması düşünülen bir hasta serin bir yere yatırılmalı, bütün giyecekleri çıkarılmalı, başı ve vücuduna (Özellikle vücudun koltuk altı, kasıklar gibi kıvrım yerlerine) buzlu su ile ıslatılmış kompresler koyulmalı ve bunlar sık sık değiştirilmeli, hasta bir vantilatör veya bir yelpaze ile havalandırılmalı, kusması yok ve içebiliyorsa soğuk su içmesi sağlanmalı ve en kısa zamanda bir sağlık merkezine götürülmelidir.
SICAKTAN NASIL KORUNMALIYIZ;  Sıcak, nem ve ultraviyole ışınlarının zararlı etkilerinden korunmak için, sıcağın yoğun olduğu saat 11.00-15.00 arası güneş altında uzun süre kalmamalı, gölge yerler tercih edilmelidir.Güneş şemsiyesi gibi gölgeliklerin altında otururken, kum ve denizden yansıyan ultraviyole ışınları önemli miktarda zarar verebileceği için dikkatli olunmalıdır. Baş şapka ile kapatılmalı, pamuklu (sentetik karışık giysiler su kaybını engeller) beyaz vaya açık renkli, ince ve hafif giysiler giyilmeli, gözlerin korunması için güneş gözlüğü takılmalıdır. Koruyucu yağlar ve kremler güneşe çıkmadan yarım saat kadar önce sürülmeli ve her 2 saatte bir ve yüzdükten sonra tekrarlanmalıdır. Sıcak ve nemin yoğun olduğu saatlerde ağır işler ve sporlar yapılmamalı, mutlaka ihtiyacın üzerinde sıvı içilmeli, tuz alımını kısıtlayan bir hastalık yoksa, alınan tuz miktarı, tuzlu ayran, maden suyu gibi içeceklerle veya yemeklere ilave edilerek artırılmalıdır. İdrarın azalması ve koyulaşması su ihtiyacı olduğunun belirtisidir. Alkol ve kahve gibi içecekler, idrar artışı ve sıvı kaybı yaptığı için sıcak saatlerde içilmemelidir.