21 Eylül 2013 Cumartesi

MAVİ ELBİSELİ KIZ (İNANILMAZ GERÇEKLER)

Toygar Aksun, arabayı sürerken pek de talihli olmadığını düşünüyordu. Etraf zindan gibi karanlıktı.Rüzgar ulur gibi sesler çıkarıyor yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyordu. Adam, önünü güçlükle seçebiliyordu.
Farlar, sadece bir perdeyi andıran yağmuru aydınlatıyordu.
Toygar Aksun, "Çok dikkatli olmalıyım" dedi. "İnsanın gece vakti, bu havada bilmediği bir yere gitmeye kalkması delilik. Fakat başka çarem yoktu. "Bir an gözlerinin önünde karısıyla küçük oğlu belirdi. Son günlerde durumu bozulmuştu.Çalıştığı fabrika devamlı zarar ettiği için pek çok kimsenin işine son vereceklerini söylemişlerdi. Genç adam, geçinebilmek için bir şeyler yapması gerektiğini biliyordu. İşte bu yüzden bu karanlık, dönemeçli yoldaydı. Bir dostu ona Aydıncık'ta iyi bir iş olduğunu haber vermişti.Elini çabuk tutmasını da önermişti.Toygar, bu işi elde ederse her şey yoluna girecekti.
Toygar,"Bu benim için yeni bir başlangıç olacak," diye düşündü."Karımın üzüntüleri de sona erecek. Fakat burası ne kadar ıssız.. Hem çok da tehlikeli. Bir metre ileride ne olduğunu bilemiyorum." Bir bakıma hayatını
tehlikeye attığının farkındaydı. Ama başka çare olmadığını da biliyordu.Silecekler hızla çalışıyordu ve sadece yağmuru görüyordu; ama sonra birden karşısında küçük beyaz bir şeyi seçer gibi oldu.Tüylerinin ürperdiğini
hissetti. Gördüğü soluk bir yüzdü galiba. Karanlık, fırtına ve kaygan yol yüzünden sinirlerinin bozulduğunu, hayal gördüğünü sanmakla birlikte yine de frene bastı. Araba kayarak durdu.
Genç adam, camdan dışarıya baktı. Yok gözleri onu aldatmıyordu. Yolun ortasında beyaz benekli mavi bir
elbise giymiş küçük bir kız vardı. O şiddetle yağan yağmura aldırmadan hareketsiz duruyordu. Üstü sırsıklam olmuş, ıslak saçları yüzüne yapışmıştı. Toygar telaşla camı indirirken kız, sessizce yaklaştı. Küçük eliyle yolu işaret etti. Adam, "Bir şey mi oldu?" diye atıldı. "Kaza filan mı? Annen,baban nerede ?"
Küçük kız bu sorulara cevap verecek yerde iç sızlatan bir sesle konuştu: "beni dinleyin. Buradan sola dönmelisiniz.Tam ileride çok derin bir çukur var. Oradan geçemezsiniz. Sola sapın." Toygar Aksun, büyük bir minnetle kıza teşekkür etti. Sonra, "Sırılsıklam olmuşsun." dedi. "Arabaya gir,seni evine bırakayım." Sarı
saçlı küçük kız, "hayır" der gibi başını salladı. "Buna gerek yok ki." Kız, parmağıyla yan tarafı işaret edince
adam oradaki küçük evi görür gibi oldu. "İşte orada." Toygar, kıza tekrar teşekkür edip ileriden sola saptı ve kısa süre sonra da Aydıncığa geldi. Hemen otele yerleşti. Ertesi sabah da gidip fabrika sahibiyle konuştu. Kısa süre içinde de işi aldı.Hem de bu sefer iki misli para kazanacaktı. Ona bir hafta sonra işe başlaması söylenmişti. Genç tekstil mühendisi hayatından pek memnundu.
Otele dönüp öğle yemeği yedikten sonra katibe yolu sordu. Hemen hareket etmeyi istiyordu.Karanlıkta yine
o tehlikeli yoldan geçmeyi arzu etmiyordu. Otel katibi, "O kara yolunda toprak kayması oldu." diye anlattı.
Tepeden koparak inen bir kaya yolda çok derin bir çukur açtı. Onun için yolu kapattılar. O çukura düşecek birinin sağ kalmasına imkan yok. Gündüz tehlikeyi hemen farkedersiniz, fakat gece yolcuları için orasının bir felaket olduğunu söylemeliyim." Toygar Aksun, sırtının buz gibi olduğunu hissetti. Otelden ayrılıp yakındaki
oyuncakçıya girdi. Orada bulabildiği en büyük bebeği aldı. Bir gece önce hayatını kurtaran küçük kıza teşekkür etmek istiyordu. Arabaya atlayıp kara yoluna çıkınca bir gece önce hayal meyal seçtiği küçük , beyaz evi bulmakta güçlük çekmedi. Hava açmıştı ve gökyüzü masmaviydi. Bebek paketini koltuğunun altına
sıkıştıran adam, çiçeklerle bezenmiş küçük bahçeden geçip kalın tahta kapıyı vurdu. Bir taraftan da "Kızcağız
bebeği görünce pek sevinecektir her halde" diye düşünüyordu. Onun ayak seslerini duymayı umarak bekledi. Ama içeriden ses çıkmadı. Toygar, bu sefer kapıya daha hızlı vurdu. İçeriden ayak sesleri geldi..Biri ayaklarını sürüyerek ağır ağır yürüyordu. Sonunda kapı açıldı.Toygar'ın karşısında, saçları kırlaşmaya başlamış, yüzü solgun bir kadın belirdi. Adam,"Sizi rahatsız ettiğim için özür dilerim," dedi. "Yalnız o küçük kızı görmek istiyordum." Toygar Aksun, bir an şaşaladı. Acaba yanlış eve mi gelmişti. Başını kaldırıp etrafına bakındı. Fakat bu ıssız yerde başka ev de yoktu. Birden tuhaf bir duyguya kapıldı.. Telaşla, "Dün gece beni
kurtaran kız" diye açıkladı. "Sizi kurtaran kız mı ?"  "Evet. Dün gece yağmurda bu yoldan geçecek oldum. O çocuk arabamın karşısına çıkarak ileride büyük bir çukur olduğunu ve sola sapmamı söyledi. Meğer toprak kaymış. Eğer doğru gitseydim kazaya uğrayıp ölecektim." Solgun yüzlü ufak tefek kadının mavi gözlerinde derin bir hüzün belirdi. "Lütfen o çocuğu bana tarif edin," diye mırıldandı. Toygar, şaşaladı."şey....küçük bir kızdı.Galiba altı, yedi yaşında vardı..Yağmurdan üstü başı ıslanmıştı. Sarı saçları yüzüne yapışmıştı. Mavi gözlüydü..." Kadın hâlâ kederle bakıyordu. "Kızın elbisesini tarif edebilir misiniz ? ne giymişti ?" Toygar
Aksun, büsbütün afalladı. Bu kadının sorularına anlam verememişti. "Şey..." diye kekeledi "Elbisesi maviydi sanırım.Evet beyaz benekli mavi bir elbise giymişti. Fakat neden soruyorsunuz." Kadın, üzüntüyle içini çekti.
"Sözünü ettiğiniz benim kızım.. Kızım elif. Kendisi bir tehlike olduğu zaman gelir ve yoldakilere durumu haber verir." Toygar, bu sözlere bir anlam veremedi..Bu kadın ne demek istiyordu ? Hem kızı neredeydi? Kadın,
onun şaşkın bakışlarından düşüncelerini sezerek," Elif benim kızımdı," diye tekrarladı. "Kendisini on iki yıl önce kaybettim.Dün gece karşınıza çıktığı yerde..Bir araba Elif'i ezdi. İşte o zamandan beri Elif, otomobillerin
karşısına çıkıp tehlikeyi haber veriyor."
Mavi elbiseli küçük kız, neden başkalarını korumaya çalışıyordu ? Hayaletinin yolda belirmesinin anlamı neydi? Neden böyle dünyaya bağlanıp kalmıştı. Toygar Aksun, bu soruların hiç birine cevap veremedi..Sadece üstün bir gücün hayatını kurtarmış olduğunu sezdi.
Bu olay bu güne kadar izah edilememiştir.Zaten hayaletlerin ne olduğu da açıklanamamıştır. Bazıları hayaletleri, dünyadan ayrılmayan huzursuz ruhlara bağlamaktadırlar. Bazılarıysa bunun dördüncü boyutla ilgili olduğunu ileri sürmektedirler.Bazılarıysa korkunç bir olay sırasında belirli şartlar olduğunu ve aynı şartlar bir araya geldiğinde o eski olaydaki kimselerin tekrar ortaya çıktığını söylemektedirler..Yani bu tür olaylar adeta
bir fotoğraf çekercesine bir an içine hapsolmaktadır. Aynı şartlar bir araya geldiğinde de şiddet olayında can veren kimseyi son haliyle görmekteyiz.Bu izahlardan hangisinin doğru olduğunu bilemiyoruz.Fakat bu tür
olaylar hayalet denilen şeylerin varlığını ortaya koyuyor.....

ANADOLU BEYLİKLERİ NERELERDE KURULMUŞTUR.

ANADOLU BEYLİKLERİ  (Kuruluş tarihlerine göre)

 1-  Menteşeoğulları Beyliği (Merkezi: Milet= Balat ve Beçin)
 2-  Karamanoğulları Beyliği (Lârende)
 3- Sahip Ataoğulları Beyliği (Karahisar-ı Devle= Afyonkarahisar)
 4- Süleyman Pervaneoğulları Beyliği (Sinop)
 5- Hüsamettin Çobanoğulları Beyliği (Kastamonu)
 6- Germiyanoğulları Beyliği (Kütahya)
 7- İnançoğulları Beyliği (Lâdik ve Denizli)
 8- Eşrefoğulları Beyliği (Beyşehir)
 9- Osmanoğulları Beyliği (Bilecik ve Bursa)
10-Candaroğulları (İsfendiyaroğulları) Beyliği (Kastamonu, Timur istilasından sonra Sinop)
11-Hamidoğulları Beyliği, iki kol halinde (Borlu Eğridir ve Antalya)
12-Karesioğulları Beyliği (Masir)
13-Saruhanoğulları Beyliği (Manisa)
14-Aydınoğulları Beyliği (Bırgi)
15-Ertena Beyliği (Kayseri ve Sivas)
16-Dulkadiroğulları Beyliği (Elbistan, Maraş)
17-Ramazanoğulları Beyliği (Adana)
18-Kadı Burhanettin Beyliği (Kayseri ve Sivas)
19-İzmiroğlu Beyliği (İzmir)
20Alâiye Beyliği (Alâiye)
Bu yirmi beylikten başka XIV. ve XV. yüzyıllarda kendi başlarına hareket etmek isteyen bazı küçük beyliklerin kurulduğu görülmüştür. Bunlar sırasıyla: Lülüve'deki Şücaettin Uğurlu, Samsun'un batısında Farya'da Müradüttin Hamza, Teke Karahisarı'nda Hamıdoğulları'nın kölesi Zekeriya, Beyşehir Karahisarında
Turgutoğulları, Bolu'da Bolu beyleri, Canik beyleri (Kubadoğlu, Taşanoğlu, Cüneyt, Taceddinoğulları)
Sivas'ta Kadı Burhanettin'in damadı Mezit Bey, Şarki Karahisar beyleri, Ordu ve Giresun taraflarında Emiroğulları, Ankara'da Devletşah Bey ve oğlu Nâsır Bey, Gerede'de Gerede beyleri, İçel'de Karsak beyleri,Göynükhisar'da Umur Han, Toğancık, Yakup Bey ve Turgutoğlu beylikleri.

İBRİKOTU NEDİR NERELERDE YETİŞİR ?

 Böcekçil bitkilerden ibrikotları dünyanın hemen hemen bütün tropik bölgelerinde yetişir.
Biri Eskidünya'da, öbürü Yenidünya'da dağılmış iki ayrı familyadan 100'e yakın ibrikotu türü vardır. Bu bitkilerde öbürlerindeki gibi hareketli bir kapan düzeneği yoktur; bunlar avlarının kendi ayaklarıyla gelip tuzağa düşmesini beklerler. İbrikotunun yaprak uçları üstte birleşerek, karnı ve ağzı geniş, ortadaki boyun bölümü dar olan ibrik biçiminde bir yapı oluşturmuştur. Uzunluğu türe bağlı olarak 3,5 ile 50 cm arasında değişen bu ibriğin içinde 1 litreye yakın sıvı birikebilir. İbriğin ağzı içeriye doğru kıvrık, üstü de kaygan bir maddeyle kaplıdır. Bazı türlerde bu ibriğin üstünde gene yapraktan bir kapak bulunur. Genellikle parlak yeşil üstüne kırmızı benekli olan ibriğin bu canlı renkleri ve içindeki balözünün kokusu böcekler için çok çekicidir.
Buna aldanan böcekler ibriğin dudağına konar ve kaygan yüzeyde tutunamayarak içindeki sıvıya düşüp boğulur. Bitki de bu sıvının yardımıyla böceğin kendisine yarayan bölümlerini sindirir.İşin en ilginç yanı, bu sıvının bazı böcekler üzerinde etkili olmamasıdır. Gerçekten de bazı sinekler ve sivrisinek larvaları ibrikotunun içindeki sıvıda yaşayabilir; hatta bitkinin sindiremediği böcek artıklarıyla beslenip orada erişkin duruma gelir.

ATATÜRK'ÜN YAŞAMINDAKİ DÖNÜM NOKTALARI

Mustafa Kemal Atatürk  ATATÜRK'ÜN YAŞAMINDAKİ BELLİ BAŞLI DÖNÜM NOKTALARI

                       1881     Selanik'te doğdu.
                       1893     Selanik Askeri Rüştiyesi'ne (ortaokul) yazıldı ve öğretmeni Mustafa Sabri Efendi    
                                    "Kemal" ek adını verdi.
                       1895     Manastır Askeri İdadisi'ne (lise) girdi.
18  Mart         1899     İstanbul'da Harp Okulu piyade sınıfına yazıldı.
                       1902     Harp Akademisine girdi.
11  Ocak        1905     Kurmay yüzbaşı olarak Harp Akademisi'ni bitirdi.Merkezi Şam'da bulunan 5.                                                Ordu'da göreve başladı.      
      Ekim          1906    Arkadaşlarıyla birlikte Şam'da gizli Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'ni kurdu.
20  Haziran      1907    Rütbesi kolağalığına yükseltildi.
      Eylül          1907    3. Ordu'ya atanarak Selanik'e gitti.
13  Nisan        1909    31 Mart Ayaklanmasını bastırmak üzere Hareket Ordusu kurmay başkanı oldu.
                       1910    Mahmud Şevket Paşa'nın kurmay başkanı olarak Arnavutluk isyanının bastırılmasında
                                   görev aldı.
13  Eylül          1911    İstanbul'da genelkurmayda göreve atandı.
27  Kasım       1911    Binbaşılığa yükseltildi.
  9  Ocak        1912    Trablusgarp'ta Tobruk Savaşı'nı yönetti.
27  Ekim         1913    Sofya'ya askeri ateşe olarak atandı.
  1  Mart         1914    Yarbaylığa yükseltildi.
      Şubat        1915    Tekirdağ'da 19. Tümen'i kurdu.
25  Nisan        1915    İtilâf Devletlerinin askerlerini Arıburnunda durdurdu.
  1  Haziran     1915    Albaylığa yükseltildi.
10  Ağustos    1915   Anafartalar Cephe Grubu komutanı olarak İngiliz ve Fransız donanmalarını Çanakkale
                              Boğazında durdurdu.
14  Ocak        1916    Edirne'de 16. Kolordu komutanı oldu.
  1  Nisan        1916   Mirlivalığa (tuğgeneral) yükseltildi.
  5 Temmuz     1917   7.Ordu Komutanlığına atandı.
     Ekim          1917   7.Ordu Komutanlığından ayrılarak İstanbul'a döndü.
  7 Ağustos      1918   Filistin'de bulunan 7.Ordu Komutanlığına ikinci kez atandı.
31 Ekim          1918   Yıldırım Ordular Grubu komutanı oldu.
19 Mayıs         1919   Samsun'a vardı.
21/22 Haziran  1919   Amasya Tamimini (genelgesini) açıkladı.  
  8 Temmuz      1919   3.Ordu müfettişliğinden ve askerlikten çekildi.
23 Temmuz      1919   Erzurum Kongresi'ne başkan seçildi.
  4 Eylül           1919   Sivas Kongresine başkanlık etti.
  7 Kasım        1919   Erzurum'dan milletvekili seçildi.
 27 Aralık        1919   Heyet-i Temsiliye ile birlikte Ankara'ya geldi.
23 Nisan         1920   Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açtı.
11 Mayıs         1920   İstanbul hükümetince ölüm cezasına çarptırıldı.
  5 Ağustos      1921   Türkiye Büyük Millet Meclisince başkomutan yapıldı.
23 Ağustos      1921   Sakarya savaşını yönetti.
19 Eylül           1921   Türkiye Büyük Millet Meclisince müşirlik(mareşallik) rütbesi ve gazi sanı verildi.
26 Ağustos      1922   Kocatepe'den Büyük Taarruz'u yönetti.
30 Ağustos      1922   Dumlupınar'da Başkomutanlık Meydan Savaşını kazandı.
  9 Eylül           1922   İzmir düşmandan kurtarıldı.
  1 Kasım        1922   Saltanat kaldırıldı.
29 Ocak         1923   İzmir'de Latife Hanım ile evlendi.(5 Ağustos 1925'te ayrıldı.)
17 Şubat         1923   İzmir iktisat Kongresini açtı.
11 Ağustos     1923   İkinci Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanlığına seçildi.
  9 Eylül          1923   Halk Fırkası'nı (partisini) kurdu.
29 Ekim          1923   Cumhuriyet ilan edildi; Türkiye Cumhuriyetinin ilk Cumhurbaşkanı seçildi.
  3 Mart          1924   Halifelik kaldırıldı.
20 Nisan         1924   Yeni Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (Anayasa) kabul edildi.
17 Kasım        1924   Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kuruldu. (3 Haziran 1925'te kapatıldı).
25 Kasım        1925   Şapka yasası kabul edildi.
26 Aralık        1925    Uluslararası takvim ve saat kabul edildi.
  1 Kasım        1927   İkinci kez cumhurbaşkanlığına seçildi.
  1 Kasım        1928   Latin harflerinin kabulüne ilişkin yasa çıktı.
12 Ağustos     1930   Serbest Cumhuriyet Fırkası kuruldu.(17 Kasım 1930'da dağıldı).
15 Nisan         1931   Türk Tariihi Tetkik Cemiyeti'ni kurdu.
  4 Mayıs        1931    Üçüncü kez cumhurbaşkanı seçildi.
12 Temmuz     1932   Türk Dili Tetkik Cemiyetini kurdu.
24 Kasım        1934   Atatürk soyadı verildi.
27 Ocak          1937  Hatay'ın bağımsızlığı Milletler Cemiyetince kabul edildi.
10 Kasım        1938   İstanbul'da Dolmabahçe Sarayında vefat etti.  

20 Eylül 2013 Cuma

BÂKÎ KİMDİR HAYATI

 (1526-1600) Mahmud Abdülbâkî, Divan edebiyatı şairleri arasında yaşama sevincini, dünya zevklerinin verdiği hazzı en güzel dizelerle işleyen şairlerin başında gelir. Daha yaşarken "Şairler Sultanı"
sanıyla anılmış, padişahlardan ve devlet büyüklerinden ilgi ve destek görmüştür. Bir söylentiye göre Kanuni,
böyle bir şairi tanımış ve onu korumuş olmayı saltanatının en zevkli işlerinden biri sayarmış. Bâkî de bu ilgiye
değer bir şair olduğunu kanıtlayan kaside ve gazeller yazmış ve döneminin Türkçe'siyle bir şiir dili oluşturmayı
başarmıştır. Bâkî'nin bu düzeye yükselmesi yeteneğini iyi kullanması ve tümüyle kendi çabası ile olmuştur. Yoksul bir cami imamının oğlu olarak İstanbul'da doğan Bâkî, ailenin geçim zorluğu çekmesi nedeniyle çocukluğunda bir ayakkabı yapımcısının yanında çıraklık yaptı. Çalıştığı yer Fatih Camisi'nin yakınıdaydı. Güzel giyimli medrese öğrencilerini görüp onlara imreniyor, onlar gibi olmak, onlar gibi okumak istiyordu.Mahalle imamlarından ders görmek ona yeterli gelmiyordu. Çok genç yaşlarda içinde şiire karşı bir
heves doğduğunu da sezince, çıraklığı bıraktı ve büyük bir öğrenme tutkusuyla medreseye devam etmeye
başladı. Döneminin ünlü hocalarından yararlandı; onların gözüne girmeyi başardı. Böylece bazen özel dersler de alarak bilgisini arttırdı.Bu dönemdeki arkadaşları arasında sonradan büyük üne kavuşacak kimseler vardı. Bunlar arasında Nev'i gibi şairleri, Hoca Sadeddin gibi önemli bilginleri sayabiliriz. Bâkî yazdığı şiirleri ilk kez Zâtî'ye götürdü. Döneminin önde gelen ve saygı gören şairlerinden olan Zâtî, Bâkî'nin şiirlerindeki ustalığa
inanamadı, şiirleri başkalarının şiirlerinden esinlenme sanıp önemsemedi ve genç şairle ilgilenmedi. Ama bu
şiirlerin Bâkî'nin kaleminden çıkmış olduğunu anlamakta gecikmedi ve beğenisini, giderek hayranlığını belli
etmekten çekinmedi. Böylece bâkî daha 19 yaşındayken, İstanbul'da şairler arasında adından söz edilen bir şair olmuştu. Bu arada öğrenimini sürdürüyor, ünlü müderris (hoca) Kadızade Ahmed Şemseddin Efendi'den ders alıyordu. Kendisine yakın ilgi gösterip, kollayan hocasının aracılıyla dönemin önemli bilgin, aydın ve önde gelen devlet adamlarıyla tanıştı. Böylece padişaha yakın bir çevrenin içine girdi. Sonunda 1555 başlarında
Nahcivan Seferi'nden dönen Kanuni Sultan Süleyman'a, yaşamının yolunu değiştirecek ünlü kasidesini sunabildi. Kendiside bir şair olan Kanuni, Bâkî'ye, Murad Paşa Medresesi'nde müderrisliğe getirilmiş, yaşama düzeyi yükselmiş ve rahata kavuşmuştu. Ama Kanuni 1566'da ölünce Bâkî en büyük koruyucusunu
yitirmiş oldu. Padişahın ölümü üzerine duyduğu acıyı büyük bir içtenlikle dile getirdiği ünlü mersiyesi bu alanda
seçkin bir örnektir. Kanuni zamanında bile, onu padişaha sık sık şikayet etmekten çekinmeyen kötü niyetli kişiler, II. Selim'in padişahlığının ilk yıllarında etkili olmayı başardılar ve Bâkî'nin durumunu saratılar. Zamanla
eski saygınlığını kazanan Bâkî , III. Murad 1574'te padişah olunca yeni görevlere atandı. Ama bir süre sonra gene gözden düşerek İstanbul'dan uzaklaştırıldı. 1579'da Mekke kadısı, 1580'de de Medine kadısı olarak atandı. Daha sonra da İstanbul kadılığına getirilen Bâkî'nin, gözü erişebileceği en yüksek görev olan şeyhülislamlık'taydı. 1595'te padişah olan III. Mehmed'e yazdığı övgülerle bu yere ulaşabileceğini umduysada
şeyhülislam olamadı. Yaşamının son dönemini amacına ulaşamamış olmanın verdiği üzüntü içinde geçiren Bâkî
İstanbul'da öldü. Bâkî, yaşamdan tat almayı amaçlayan zevke ve eğlenceye düşkün, neşeli, hoşsohbet ve
yükselme hırsı olan bir kimseydi. Gerçekten de şiirlerinde bu özelliklerinin tümü görülür. Dinsel konularla hemen hemen hiç ilgilenmemiş, çoğunlukla aşkı konu alan şiirler yazmış; kısa ve geçici olarak nitelediği yaşamın tadını çıkarmak isteyen bir şair olarak ün kazanmıştır.Döneminin şiir geleneğine uyarak az da olsa felekten, yazgıdan söz ettiği, yakındığı karamsar şiirleri de vardır. Şiirlerinde doğa görüntüleri önemli bir yer tutar. Ağaçlara çiçeklere, kuşlara, atlara duyduğu sevgiyi coşkulu bir dille anlatır. Ama doğa, onun şiirinde yalnızca betimleme olarak kalır. Derine inmeden, uyumlu, yumuşak iniş çıkışları olan akıcı bir anlatımı vardır. Şiirleri oldukça yalın ve açıktır;  anlam karışıklığına yol açmadan belli bir anlam üzerinde yoğunlaşır. Gene de şiirleri söz oyunları, ustaca yaratılmış ince ve güzel imgeler açısından çok zengindir. Bâkî'nin şiirlerinin bir özelliği de, döneminin rahatlığını ve görkemini yansıtmasıdır. Günlük dili alabildiğine rahat kullanmış, halk deyimlerinden de yararlanarak yalın ve akıcı bir söyleyişe ulaşmıştır. Çok az şiirinde Arapça ve Farsça sözcük ve tamlamalar kullanmıştır. Bazı beyitleri tümüyle Türkçe'dir. Bu özelliğiyle Divan şairleri arasında az
bulunur bir yeri vardır. Bâkî'nin bütün şiirlerini derleyen tek bir Divan'ı vardır. 1859'da basılan Divan'ı yeni harflerle Sadeddin Nüzhet Ergun tarafından Bâkî Divanı adıyla 1935'te yayımlanmıştır.

18 Eylül 2013 Çarşamba

ADA NEDİR, DÜNYANIN EN BÜYÜK ADALARI NELERDİR ?

Her tarafı su ile çevrilmiş az-çok büyük olan kara parçasına ada denir.Denizlerde, göllerde ve akarsulardaki
kara parçacıklarına genel olarak bu ad verilir. Coğrafya bakımından her tarafı denizle çevrili olan Avustralya'yı, ada deyiminden ayırabilmek için, bu tarifin içine, denizin ve Okyanusun, o kara parçası içindeki etkisini koruması kaydını da koymak gerekir. Bu bakımdan Avustralya, Okyanus ve denizin her tarafta etkisi hissedilemeyecek kadar büyük olduğu için ada sayılmaz. Bununla beraber küçük bir kıt'a sayılabilecek kadar büyük adalar da vardır.Gröenland, Yeni Gine, Borneo, Madagaskar gibi. Yeryüzündeki adaların bütünü 10
milyon kilometrekarelik bir yer kaplar. Adalar, tek tek olabileceği gibi, gruplar halinde de olabilir. Bu şekil
adalara >takım adalar> denir. Adalar, oluşumlarına göre; Volkanik adalar, kıt'adan ayrılan adalar, mercan adalar, alüvyal adalar diye ayrılırlar.
Volkanik adalar : Deniz dibinde meydana gelmiş volkanların, dışarıya püskürttükleri maddelerle meydana
gelmiş küçük adalardır. Akdenizdeki Stromboli adası, Atlas Okyanusundaki Hawai adaları, volkanik adalardır.
Kıt'adan ayrılan adalar : Büyük kara parçalarından sonradan ayrılmış adalardır. Büyük Britanya adası Avrupa'dan, Sumatra ve Borneo adaları Asya'dan, Madagaskar adası Afrika'dan ayrılmış adalardır.
Mercan adaları : Okyanuslarda, büyük sürüler halinde yaşayan ve polip denilen küçük hayvancıkların çıkardıkları kalkerlerin birikmesinden meydana gelen adalardır. <<Atol>> denilen adalar da, bir çeşit mercan adacıktır. Bu çeşit adalar, çoklukla Büyük Okyanus ile Hint Okyanusunda bulunurlar. Marshal ve Caroline
adaları, bu çeşit adalardır.
Alüvyal adalar : Nehirlerin denize döküldükleri yerlerde suyun kollara ayrılmasıyla meydana gelen adalardır.
Bunlar çoğunlukla bataklıktır, sudan yükseklikleri azdır.
DÜNYANIN EN BÜYÜK ADALARI
ATLAS OKYANUSUNDA :                           HİNT OKYANUSUNDA:                          
Baffin                           611.000  Km2               Madagaskar                         600.000  Km2
Büyük Britanya            230.000                         Seylan                                    65.000
Küba                          115.000                      
New Foundland          110.000                          KUZEY BUZ DENİZİNDE :
Islanda                        103.000                         Grönland                                2.175.000  Km2
İrlanda                          82.500                         Grand Land                               180.000
Haiti                             77.000                         Albert ve Victoria                       175.000
Ateş Adası                   48.000                         Novaya Zemilya                            92.000
BÜYÜK OKYANUSTA :                              Banks                                           80.000
Yeni Gine                    785.000  Km2              Southampton                                 75.000
Borneo                        735.000                       Spitzbergen                                    65.000
Sumatra                       420.000
Yeni Zelanda               268.000                        AKDENİZ
Hondo                        225.000                        Sicilya                                         25.000  Km2
Selebes                       180.000                        Sardunya                                    24.000
Cava                           126.000                       Kıbrıs                                            9.300
Luzon                          106.000
Mindanao                      93.000
Hokaido                        88.000
Sahalin                          75.000

SEBZELİ KÖYLÜ BÖREĞİ TARİFİ

Malzemeler: (6 kişilik) Hamuru için 250 gr. un ,125 gr tereyağı, 1 yumurta, tuz,
Garnitür için : 4 pırasanın beyazı, 150 gr mantar, 125 gr kuzu kulağı, 4 yaprak pazı, 4 diş sarımsak, 3 yumurta, 1.5 su bardağı süt, 60 gr tereyağı, bir çorba kaşığı nişasta, tuz, karabiber.

Hazırlanışı: Bir tencere içinde unu, tuzu ve küçük parçalara ayrılmış tereyağını parmak uçlarıyla iyice karıştırıp yoğurun. Bütün bir yumurtayı ve gerekirse bir parça suyu içine katın ve hamuru hazır edin. Serinde
dinlenmeye bırakın. Bütün sebzeleri yıkadıktan sonra süzülmeye bırakın. Ayrı bir kapta ve tereyağı içinde,
mantarları, pırasaları ince doğranmış sarımsak, kuzu kulağı ve pazıyla birlikte çevirin, ateşten alın.Hamuru açıp, hafif tereyağlayacağınız ve un serpeceğiniz bir turta kabının içine yayın, dibini yer yer delin. Hamurun
üzerine alüminyum kağıt serip, üzerine çiğ kuru fasulye serpin. Sıcak fırında yaklaşık 10 dakika pişirin.Fırından çıkartıp kağıdı ve kuru fasulyeleri alın. Büyük bir güveç içinde nişastayı,yumurtaları çırparak karıştırın. Üzerine biraz süt ilave edin, tuz ve karabiber ektikten sonra, sebzeleri de koyup karıştırın. Hepsini
turta kabının dibine boca edip, sıcak fırına koyun, 25-30 dakika süreyle pişirin sıcak olarak servis edin.

CİĞER YAHNİ (SOĞANLI ) TARİFİ

Soğanlı ciğer yahnisi malzemeleri : (6 kişilik) 1 kg.dana ciğeri, 750 gr. arpacık soğanı, 100 gr. tereyağ,
1 kahve kaşığı şeker, 200 gr. taze krema, maydanoz, dereotu, tuz, karabiber, az sirke.

Hazırlanışı : ciğeri yaklaşık 3 cm.lik parçalar halinde kesiniz. Soğanları soyduktan sonra, büyük bir tencerenin içine koyup, üzerine kadar su doldurun, 20 gr tereyağını, şekeri, sirkeyi de içine ilave edin. Suyunu
çekene kadar, kısık ateşte ve üstü açık olarak pişirin (yaklaşık 15 dakika) Kalan sıcak tereyağının içinde ve
bir tavada ciğer parçalarını beş dakika süreyle karıştırarak çevirin. Tuzunu, karabiberini, ince doğranmış maydanoz ve dereotunu da üzerine serpin. Ciğerler pişince, soğanlar da pembeleşince, yağını süzün, servis tabağına dizin. Fırının ağzında, sıcak olarak muhafaza edin. Pişirme yağını alın ve pişme suyuyla karıştırarak sos yapın birkaç dakika harlı ateşte tutun. Ateşten alıp, karıştırarak, kremayı içine katın.Tekrar ateşin üzerine koyup, tuz ve karabiberin kıvamına bakın. Ciğerlerin ve soğanların üzerine sosun bir bölümünü dökün, kalanını sos kabı içinde servis yapın.

16 Eylül 2013 Pazartesi

ALAN ÖLÇÜLERİ NELERDİR ?

Yüzeyleri ölçmek için kullanılan ölçülere, alan ölçüleri denir.Alan ölçüleri de metre sistemine göre düzenlenmiştir. Alan ölçüleri birimi metrekaredir. Bir metrekare, bir kenarı bir metre uzunluğunda olan bir karenin alanıdır. Metrekare, m2 işaretiyle yazılır. Metrekarenin katları ve askatları vardır. Metrekarenin katları yüzer yüzer büyür, askatları yüzer yüzer küçülür.
Metrekarenin askatları : Bir metrekareden daha küçük yüzeyler, metrekarenin askatları ile ölçülür. Metrekarenin askatları şunlardır:
Desimetrekare : Bir kenarı bir desimetre uzunluğunda olan bir karenin alanıdır. kısaltılmış şekli (dm2) dir.
Bir metrekarenin yüz defa küçüğüdür.
Milimetrekare : Bir kenarı bir milimetre uzunluğunda olan bir karenin alanıdır, kısaltılmış şekli (mm2) dir.
Metrekarenin katları :Bir metrekareden daha büyük yüzeyler, metrekarenin katları ile ölçülür.Metrekarenin katları şunlardır.
Dekametrekare: Bir kenarı on metre uzunluğunda olan bir karenin alanıdır. Kısaltılmış şekli (dam2) dir. Bir
desimetrekare içinde 100 metrekare vardır.
Hektometrekare : Bir kenarı 100 metre uzunluğunda olan bir karenin alanıdır. kısaltılmış şekli (hm2) dir.
Bir hektometrekare içinde 100 dekametrekare vardır.
Kilometrekare : Bir kenarı 1.000 metre uzunluğunda olan bir karenin alanıdır. kısaltılmış şekli (km2) dir.
Bir kilometrekare içinde 1.000.000 metrekare vardır.
Başka adı olan alan ölçüleri : Alan ölçülerinde, tarla bağ, bahçe gibi yerleri ölçmek için kullanılan ölçülere
değişik adlar verilmiştir. Bunlar şunlardır: Ar : Bir dekametrekare demektir, Dekar: Bin metrekare (yani
yüz dekametrekare ya da on ar) demektir. Hektar:  10.000 metrekare (100 dekametre ya da 10 dekar)
demektir. Bir hektar bir hektometrekaredir.

AĞIRLIK MERKEZİ NEDİR ? AĞIRLIK ÖLÇÜLERİ NELERDİR ?

Bir cisme etki eden yer çekimi kuvveti. Yer çekimi, bir cismi ne kadar büyük bir kuvvetle etkiliyorsa o cismin ağırlığı da o kadar fazla olur. Böylece, ağırlığı fazla olan cisimler, yer çekimi tarafından daha büyük bir kuvvetle çekileceğinden bunların düşmeleri daha hızlı olur. Bu gibi cisimler, bir dayanak tarafından tutulursa, o dayanağa yapacakları basınç da o kadar fazla olacak demektir. Yer çekimi kuvveti, bir cismin her parçasına ayrı ayrı etki eder. Bu etkilerde, bir cisimde, bir noktada toplanır. Bu nokta, cismin ağırlık merkezidir Düzgün
cisimlerde ağırlık merkezleri, cisimlerin ortasındadır. Bir kürenin ağırlık merkezi o kürenin merkezinde toplanmıştır. Dik olarak duran cisimlerin ağırlık merkezleri, o cismin içinden geçen bir çekül doğrultusu üzerindedir. Eğer bir cismin ağırlık merkezinden geçen çekül, o cismin dayanma yüzeyinin içinden geçiyorsa, o cisim devrilmeden durabilir. Çekül, dayanma yüzeyinin dışında kalıyorsa o cisim devrilir.
Ağırlık Ölçüleri : Ağırlıkları ölçmek için kullanılan, ağırlık ölçüleri de metre sistemine göre düzenlenmiştir. Ağırlık ölçüleri birimi gramdır. Bir gram, bir santimetreküp hacminde bir kabın içine alabileceği +4 derece arı
suyun ağırlığına denir. Gram, pek küçük bir ağırlık ölçüsü olduğu için, pratikte gramın bin katı olan kilogram kullanılır. Bir kilogram, bir desimetreküp, yani bir litre kabın alabileceği +4 derece arı suyun ağırlığıdır.
Kilogramın katları ve askatları vardır. Katlar ve askatlar, onluk sisteme göre düzenlenmiştir. Yani, kilogramın
katları onar onar büyür, askatları onar onar küçülür.
Kilogramın askatları : Kilogramın askatları, bir kilogramın, 10, 100, 1000 eşit parçaya bölünmesiyle elde edilmiştir. Bir kilogramdan daha küçük olan bu ağırlık ölçülerine, kilogramın askatları denir. Kilogramın askatları, metrenin askatları gibi onar onar küçülür. Kilogramın askatları şunlardır :
Hektogram : Bir kilogramdan on defa küçük bir ağırlık ölçüsüdür. Yazıda kısaltılmış şekli (hg)dır.
Dekagram : Hektogramdan on defa kilogramdan yüz defa küçük bir ağırlık ölçüsü birimidir.Yazıda kısaltılmış şekli (dag) dır.
Gram : Dekagramdan on defa, hektogramdan yüz defa, kilogramdan bin defa küçük bir ağırlık ölçüsü birimidir. Yazıda kullanılan kısaltılmış şekli (g) dır.
Kilogramın katları:  Kilogramın katları, bir kilogramın 10, 100, 1000 defa büyütülmesiyle elde edilmiştir.
Kilogramdan daha büyük olan bu ağırlık ölçülerine kilogramın katları denir. Kilogramın katları onar onar büyürler. Kilogramın katları şunlardır: (Kilogramın on katı olan ölçü kullanılmamaktadır.)
Kental :  Yüz kilogram ağırlığında bir ağırlık ölçüsüdür. Yazıda kullanılan kısaltılmış şekli (ke) dir.
Ton :  Kentalın on katı, kilogramın 1.000 katı ağırlığında bir ağırlık ölçüsüdür. Yani, bir tonda, bin kilogram, 100 kental bulunmaktadır. Yazıda kullanılan kısaltılmış şekli (t) dır. Kilogramın olduğu gibi gramın da askatları ve katları, ağırlık ölçüleri olarak kullanılmaktadır. Gramın askatları ve katları şunlardır:
Gramın askatları : İlaçların ve kıymetli madenlerin (altın gibi) tartılması için, çoklukla gram ve gramdan küçük olan ağırlık ölçülerini kullanmak gerekmektedir. Bu bakımdan gramın askatları, eczacılık ve kuyumculukta kullanılmaktadır. Bunlar, gramın 10, 100, 1000 defa küçültülmesiyle elde edilmiştir. Gramdan
küçük olan bu ağırlık ölçülerine, gramın askatları denir Gramın askatları şunlardır;
Desigram : Gramdan on defa küçük bir ağırlık ölçüsüdür. Bir gramda on tane desigram bulunur. Yazıda kullanılan kısaltılmış şekli (dg) dır.
Santigram : Desigramdan on defa küçük bir ağırlık ölçüsüdür. Bir desigramın içinde on santigram, bir gramın içinde yüz santigram vardır. Yazılarda kullanılan kısaltılmış şekli (cg) dır.
Miligram : Santigramdan on defa küçük bir ağırlık ölçüsüdür. Bir santigramda on miligram, bir desigramda
yüz miligram, bir gramda bin miligram vardır. Yazılarda kullanılan kısaltılmış şekli (mg) dır.
Gramın katları : Gramın 10, 100, 1.000 defa büyütülmesiyle elde edilmiştir. Gramdan daha büyük olan bu
ağırlık ölçülerine gramın katları denir. Gramın katları şunlardır:
Dekagram:  Gramın on kat ağırlığındadır.
Hektogram: Dekagramın on, gramın yüz kat ağırlığındadır.
Kilogram: Hektogramın on, dekagramın yüz, gramın bin kat ağırlığında bir ağırlık ölçüsüdür.




9 Eylül 2013 Pazartesi

ÇARPAN BALIK TÜRLERİ VE ÖZELLİKLERİ NELERDİR

 Yaşamlarını sürdürebilmek için saldırganlara karşı kendilerini korumak zorunda olan birçok hayvan gibi balıklar da çeşitli savunma yöntemleri geliştirmiştir. Bir bölümü yaşadığı ortamın renklerine bürünerek su bitkilerinin, yosunların ve taşların arasında gizlenmekle yetinirken, bir bölümü
vücudundaki özel bir organın ürettiği elektrik akımıyla düşmanlarını kaçırır. Daha çok sıcak ve ılıman denizlerde yaşayan çarpan balıkların en büyük silahı ise yüzgeçlerindeki, solungaç kapaklarındaki  ya da
kuyruklarındaki zehirli dikenlerdir. Değişik familyalardan birçok balıkta bu etkili savunma mekanizmasına
rastlanır ve içlerinden bazılarının zehri iri deniz canlılarını, hatta insanı bile öldürebilecek kadar güçlüdür. Çarpan balıkların bizim denizlerimizde de yaşayan en zehirli ve en bilinen örnekleri familyanın (Trachinidae)
üyeleri olan trakonya, varsam ve çarpan balığıdır. Bu balıkların solungaç kapaklarının üstünde çuvaldızı andıran birer diken, birinci sırt yüzgeçlerindeki ilk üç ışının diplerinde de zehir bezleri bulunur. Bu bezlerin salgıladığı zehir birer kanal aracılıyla dikenlerin ucuna kadar ulaşır ve balık dikenini düşmanına batırdığı zaman ucundaki delikten akarak dokulara girer. Varsam balığı trakonyadan daha küçük yapılı olmasına karşılık
zehri daha da etkilidir. İnsanda bazen günlerce süren şiddetli sancı ve spazmlara yol açar. Bu balıklar dipte
kumların arasına gömülerek yaşadıkları için özellikle açık kıyılardan çıplak ayakla denize girenlerin çok dikkatli olması gerekir. Ayrıca eti beyaz ve çok lezzetli olan trakonya ya davarsam avına çıkan balıkçılar içinde özellikle gece avında oltadan balığı çıkarırken zehirli dikenleriyle yaralanma tehlikesi söz konusudur.
Türkiye çevresindeki denizlerde yaşayan çarpan balıkların ikinci önemli grubu iskorpit ve lipsozdur. Bunlar
sıcak ve ılıman denizlerin en sığ kesimlerinden yaklaşık 1.000 metrelik derinliklerine kadar inen dip balıklarıdır. Az çok bitkiyle örtülü taşlık, çakıllık, kumluk, hatta çamurlu deniz diplerinde ağır hareketlerle
yüzen iskorpit ve lipsozun zehir keseleri genellikle sırt yüzgeçlerinde bulunur. Bu yüzgeçlerin sert ışınları (dikenleri) deriye battığı zaman çok acı veren ve kolayca iyileşmeyen yaralar açar. Dasyatidae familyasından iğneli vatoz, rina, tırpana ve kazıkkuyruk bizim denizlerimizdeki çarpan balıkların en tehlikeli grubudur. Bu
yassı balıkların yüzgeçsiz kuyruklarında, kenarları testere dişini, ucu da ok ucunu andıran iki tane uzun diken bulunur. Kuyruğun üzerinde de ince bir zarla örtülü, tek sıra halinde dizilmiş zehir hücreleri vardır. Çok derin olmayan kumlu ve çamurlu diplerde yaşayan bu balıklar aslında oldukça sakin ve ürkek yaradılışlıdır. Ama
en küçük bir tehlike karşısında birden çırpınarak harekete geçer ve çok kuvvetli olan kuyruklarını bir kamçı gibi sert vuruşlarla düşmanlarına doğru savururlar. Zehirli dikenlerin battığı yerde çok ağrı veren ve kısa sürede iyileşmeyen tehlikeli yaralar açılır. Hatta bu dikenlerin karın gibi duyarlı bir bölgeye batması çoğu kez ölümle sonuçlanır. Bazı ilkel toplumlar bugün bile bu balıkların zehrini ok ve zıpkınların ucuna sürerler.
Myliobatidae familyasından folya ya da fulya balıklarının zehirli dikenleri de gene bir kamçıyı andıran kuyruklarının dibe yakın bölümünde bulunur. Folyanın zehri rina, tırpana, kazıkkuyruk ya da iğneli vatozunki kadar tehlikeli ve öldürücü değilse de son derece ağrı verici, ender olarak da öldürücüdür. Zehirli dikenlerini kamçı gibi uzun kuyruklarında taşıyan, ama öbürleri kadar tehlikeli olmayan çarpan balıklar arasında iğneli keler ile kullaklı folya sayılabilir. Çarpan balıkların denizlerimizde yaşayan öbür örneklerinden üzgünbalığı ile kurbağabalığı da sırt yüzgeclerindeki zehirli dikenlerden tehlikeli olmayan, ama ağrı verici yaralar açan oldukça hafif bir zehir salgılar. Denizlerimizde bulunan bu balıkların dışında, özellikle tropik denizlerde yaşayan daha pek çok çarpan balık vardır; bunların bir bölümü son derece zehirli ve öldürücüdür. Örneğin
Hindistan, Çin, Filipinler ve Avustralya kıyılarında yaşayan taşbalıklarının zehirli dikenleri insanı bir anda öldürebilecek kadar tehlikelidir. Taşlık kıyılarda yaşayan bu balıklar biçimi ve rengiyle bir taş parçasını andırdığından, sığ sularda yürürken insan taşbalıklarını görmeyip kolayca üstlerine basabilir. Hızla kana karışan zehir hemen o anda emilerek dışarı akıtılmazsa, zehirlenen kişi büyük acılar içinda kıvranarak hemen ölür.

BÜYÜ VE BÜYÜCÜLÜK NEDİR ?

İnsan ve doğa olaylarını, gizemli dış güçleri harekete geçirmeye çalışarak etkilemek ve yönlendirmek için yapılan eylemlerdir. Bu eylemler çoğunluk törensel bir hava taşır. Büyüye çok eski zamanlardan beri başvurulmaktadır. İnsanlar doğa olaylarından gelecek tehlikelere karşı koyabilmek, ürünlerinin iyi olması, emeklerinin boşa girmemesi, hastalarının iyileşmesi ve akıllarının ermediği olası kötülüklerden korunmak için büyü yaparlar. Bu türden büyülere yaratıcı büyü denir. Doğrudan başkalarına zarar vermeyi amaçlayan yıkıcı büyü ise kara büyüdür. Korkulan kişinin ortadan kaldırılmasına, başarısının engellenmesine yöneliktir. Büyü
yapılırken önceden belirlenmiş birtakım kuralların uygulanmasına özen gösterilir. İ.S. 1.-4. yüzyıllardan kalma Mısır ve Yunan papirüslerinde, büyü için yapılacak tören hazırlıklarının, büyünün etkisini artırmak için uyulması gereken koşulların ayrıntılı  betimlemeleri vardır. Eski Roma'da ise kara büyüye ve bu büyünün etkisini ortadan kaldıracak karşı büyüye önem verilmiştir. Büyü yaparken kimi gizemli sözcükler ya da cümleler söylenir. Bunlar kuşaktan kuşağa aktarılır; doğru ve eksiksiz söylenmelerine önem verilir. Bazı toplumlarda büyünün etkili olması, bu büyülü sözcüklerin tekrarlanmasına bağlanır. Büyünün başarısızlığı ise, Melanezya ve Polinezya topluluklarında olduğu gibi, büyülü sözcüklerin yanlış söylenmiş olmasına yüklenir. En
iyi bilinen büyülü sözcük aslında Latince'den gelen ve ateşli hastalıkları iyileştirdiği sanılan abrakadabra'dır.
Abrakadabra sihirbazların da kullandığı bir sözcüktür. Büyücülükte özel bitki kökleri ve okunup üflenmiş bakla, kıl, kemik, tahta parçaları gibi nesnelerin, büyü törenlerinin başarılı sonuç vermesi bakımından önemli olduğu düşünülürdü. Büyüde kullanılan bu gibi nesnelerin koruyucu olduğuna inanılır; bunlar boyna asılır, üstte
taşınır ya da evin belli bir yerine konurdu. "Büyü" sözcüğü aynı zamanda sihirbaz ve hokkabazların izleyicileri eğlendirmek amacıyla yaptıkları hileler için de kullanılır.

8 Eylül 2013 Pazar

FIRINDA BARBUNYA BALIĞI TARİFİ

Malzemeler: 6 büyük barbunya, bir bardak zeytinyağı, bir tüp ançuez ezmesi, maydanoz, bir limon, bir tutam kekik, 4 diş sarımsak, bir baş soğan ve bir yumurtanın sarısı.
Hazırlanışı: Balıkları temizleyip ayıkladıktan sonra içlerini yıkayın ve silin. Zeytinyağı, iyice çırpacağınız ançuez ezmesi, limon suyu, kekik ve maydanozla birlikte bir sos hazırlayın. Ayıklanmış balıkları en az iki saat bu sos içine yatırıp dinlendirin. Sarımsak ve soğanları ince ince doğrayın. Bir fırın tepsisinin içine serpin, balıkları üzerine yerleştirin. Sosun yarısıyla üstünü örtün. Onbeş dakika harlı fırında pişirin. Ayrı bir kap içinde dövülmüş sarımsakları karıştırın. Geri kalan sosu damla damla içine akıtın. Fırından çıkartacağınız balıklarla birlikte sosu da sofra getirin.

KONSERVE EVDE NASIL YAPILIR

Konserve hazırlanırken kullanacağınız sebzeleri en tazelerinden ve en kaliteli olanlarından seçin.Lekeli, ezik sebzelerle yapılan konserveden iyi sonuç alamazsınız. Sterilize edilmeden önce, kullanacağınız sebzelerin soyulmuş, ayıklanmış, yıkanmış ve bir tülbent içinde, birkaç dakika kaynar suda bırakılmış olması gerekir. Diri
kalmalarını sağlamak için de kaynar sudan çıkarınca soğuk suyla iyice durulayın. Yüksek dirençli bir kapın içine su ve tuz koyunuz, kabın içine koyacağınız cam kavanozların birbirlerine değmemesi için aralarına bez koyun zira yüksek ısıda kavanozlar birbirine çarparsa kırılma olasılığı vardır. Kavanozlar , ağızlarına kadar dolu ve çok iyi kapatılmış olmalıdır. Kaynama suyunun ısısı 105 dereceye yükseldikten sonra, sterilizasyonu sebzelerde bir saat yeterlidir. İşlem tamamlanıp, kavanozlar da el dayanacak kadar ılıyınca, çıkarıp serin fakat soğuk olmayan bir yerde bezler yada gazeteler üzerinde soğumaya bırakın.Kavanozları kesinlikle soğuk bir yüzeye koymayınız. konservelerinizi serin ve ışıktan uzak bir yerde saklayabilirsiniz
Kekikli domates konservesi : Çok olgunlaşmamış domatesleri seçin. İyice yıkadıktan sonra, 5-8 dakika süreyle, çok kaynak tuzlu su içine bırakın. Sonra soğuk suya daldırın. Ortasını oyup çıkardıktan sonra, ikiye bölün. Yarım domatesleri kavanoza yerleştirip, kekiğini ve kaya tuzunu katın. Ağzını sıkıca kapatıp, 100 derecede 15-20 dakika süreyle sterilize edin.
Biber ve Domates konservesi: Kırmızı biberi, sap ve çekirdeklerini çıkardıktan sonra, parçalara ayırın. Beş çorba kaşığı zeytinyağı içinde kavurun. On dakika sonra içine, dörde bölünmüş, çok olgun bir kilo domates katın. Tuzunu, biberini katın, on dakika pişirip, kavanozun içine yerleştirin. 20 dakika süreyle sterilize edin. Böylece, yumurta, pilav ve makarnalarda kullanabileceğiniz çok lezzetli ve ekonomik bir salça elde edebilirsiniz.
Mantar konservesi : Ağzı çok sıkı kapatılmış bir tencerede, yarım kilo mantarı haşlayın. Ayrı bir kapta, bir
çorba kaşığı domates salçası, yarım su bardağı zeytinyağı, bir limon suyu, birkaç kişniş tohumu, tuz ve biberle
bir karışım hazırlayınız. Kavanoza yerleştireceğiniz mantarları, bu karışımla örtün, bir buçuk saat süreyle sterilize edin.
Yeşil Fasulye konservesi: Fasulyeleri ayıkladıktan sonra, iyice yıkayın. Kaynar suda 2 dakika haşlayın,
sonra soğuk suya daldırın. Sularını süzün, su ve hava geçirmeyecek biçimde kavanoza yerleştirin. 100 derecede iki saat sterilize edin.
Uskumru konservesi: Uskumru, bulamazsanız kolyos balıklarının, önce baş ve kuyruklarını kesin. Sonra iyice yıkayın. Eşit miktarda su ve sek beyaz şarabın içine yuvarlak dilimler halinde kesilmiş bir havuç, bir adet karanfil, iki dilim defne yaprağı, bir bütün kırmızı biber, tuz ve karabiber katın. Uskumruları 10 dakika haşladıktan sonra, kavanoza yerleştirin. Üstlerine de, bu karışımı dökün. İki saat sterilize edin.

6 Eylül 2013 Cuma

TAVUK YAHNİSİ YAPILIŞI

Malzeme(8 kişilik) : Orta büyüklükte Tavuk, 2 çorba kaşığı margarin yağı, 200 gr mantar, 500 gr arpacık soğanı, 4 diş sarımsak, 1/2 çorba kaşığı un, 4 su bardağı su, tuz. (küçük bir tülbentin içine defne yaprağı, 2 diş sarımsak, 4 dal maydanoz, 5 tane karabiber koyup ağzını bağlayın).
Hazırlanışı : Tavuğu kuşbaşı doğrayın. Tuzlayıp biberleyin. Küçük bir tencereye bir kaşık margarin yağı koyup kızdırın. Soğanları ilave edin. Orta ateşte bir dakika kavurup, soğanları bir tabağa çıkarın.Tavukları ilave edin. Renk alıncaya kadar alt-üst kavurup, mantarı katın, bir dakika kadar daha kavurup, ılık suyu ilave edin, sarımsağı da ilave ederek bir kere karıştırdıktan sonra baharat bağlanmış bezi içine koyarak, kapağını kapatın, ağır ateşte yarım saat pişirin. Kalan margarin yapı ile unu karıştırıp ezin. İçine, tavuğun sosunu da bir miktar karıştırıp sulandırın, tavuğun üzerine dökün. On dakika daha pişirip kontrol ederek ateşten alın. Baharatlı bezi çıkarıp servis yapın.

SEBZELİ PİLİÇ NASIL YAPILIR

Sebzeli Piliç için gerekli malzemeler:
3 Ad. Piliç, 4 çorba kaşığı margarin, 2 çorba kaşığı sadeyağ, 1 Patlıcan,150 gr çalı fasulyesi, 1 kabak, 3 dolma biber, 2 orta boy soğan, 2 orta boy domates, 2 bardak su, 1 tatlı kaşığı tuz.
Hazırlanışı: Piliçleri tencereye koyun. Margarin ve sade yağını kızdırın. içine ayıklanmış ve enine ikiye kesilmiş fasulyeleri ilave edin. 5 dakika kadar sote edin. Fasulyeleri, piliçlerin bulunduğu tencereye boşaltın. Aynı tavada ayıklanmış ve dört eşit parçaya bölünmüş, sonra ikişer parmak kalınlığında kesilmiş patlıcanları
aynı şekilde, ortadan dörde bölünmüş biberleri katın, onları da kızartın. Delikli kepçeyle alın, pilicin üzerine koyun.Tavaya halka halka doğranmış soğanları atın ve ölünceye kadar kavurup, bunu da tencereye koyun. Aynı tencereye ortalarından ikiye bölünmüş kabak ve domatesleri, 2 bardak ılık suyla tuz koyarak, kapağını kapatın. Bir saat sonra, piliçler ve sebzeler yumuşayınca, servis yapın.

ÇARKIFELEK BİTKİSİ (FIRILDAKÇİÇEĞİ)

 Çarkıfelek,400 kadar türü bulunan tropik kökenli tırmanıcı bir bitki cinsidir.(Passiflora). ABD'nin güney ve batı bölgeleriyle Asya ve Avustralya'nın sıcak ve tropik yörelerinde doğal olarak yetişir. Çarkıfeleğin birçok türü, ilginç ve özgün görünümlü çiçekleri nedeniyle, süs bitkisi olarak dünyanın ılıman bölgelerine de yayılmıştır.Bazı türleri yenilebilen üzümsü meyveleri için yetiştirilen çarkıfelek fırıldakçiçeği adıyla da bilinir. Çarkıfelek çok çabuk büyür. Çiçeklerinin beş çanakyaprağı, beş taçyaprağı vardır. Taçyaprakların üzerinde yer alan ve göz alıcı parlak mavi ipçiklerden oluşan bir çemberin (krono) ortasında beş erkek organ bulunur. Dişi organın üç tepeciği uzun boyuncuklar üzerinde merkezden yanlara doğru eşit açılarla uzanır. Çarkıfelek, çiçeklerinin bu ilginç görünümü nedeniyle, Hz. İsa'nın son saatlerinde çektiği acıların (Pasyon) simgesi sayılmıştır.Çiçeğin bilimsel adı Passiflora buradan gelir. Mor, kızıl, mavi ya da sarı renkli çarkıfelek çiçekleri çok kısa ömürlüdür. Sabah açan çiçekler akşama ölür. Ancak ç,çek açma mevsimi yaz başından güze kadar sürekli ve çiçek tomurcukları bol olduğundan, bitki hemen hemen hiç çiçeksiz kalmaz. Mavi çiçekli çarkıfelek, Türkiye'de, İstanbul gibi ılık iklimli kıyı kentlerinde çardak bitkisi olarak yetiştirilir. Otsu gövdeli, çokyıllık bir tırmanıcı bitki olan mavi çiçekli çarkıfelek asmanın filizlerine benzer sarılgan sülükleri ile çevresindeki desteklere asılarak tırmanır. Koyu yeşil yaprakları, 5-6 cm. çapındaki görkemli çiçekleri ile gösterişli bir bitkidir. Çarkıfeleğin meyveleri genellikle irice bir tavuk yumurtası büyüklüğündedir. Bir türde ise meyvelerin ağırlığı 3 kg kadardır. Bazı çarkıfelek türleri hoş kokulu, hafif keskin tatlı meyveleri için yetiştirilir. Bazı türlerinin çiçek ve meyvelerinden elde edilen özütler ağrı kesici, sakinleştirici ve uyku verici olarak kullanılır.