20 Eylül 2013 Cuma

BÂKÎ KİMDİR HAYATI

 (1526-1600) Mahmud Abdülbâkî, Divan edebiyatı şairleri arasında yaşama sevincini, dünya zevklerinin verdiği hazzı en güzel dizelerle işleyen şairlerin başında gelir. Daha yaşarken "Şairler Sultanı"
sanıyla anılmış, padişahlardan ve devlet büyüklerinden ilgi ve destek görmüştür. Bir söylentiye göre Kanuni,
böyle bir şairi tanımış ve onu korumuş olmayı saltanatının en zevkli işlerinden biri sayarmış. Bâkî de bu ilgiye
değer bir şair olduğunu kanıtlayan kaside ve gazeller yazmış ve döneminin Türkçe'siyle bir şiir dili oluşturmayı
başarmıştır. Bâkî'nin bu düzeye yükselmesi yeteneğini iyi kullanması ve tümüyle kendi çabası ile olmuştur. Yoksul bir cami imamının oğlu olarak İstanbul'da doğan Bâkî, ailenin geçim zorluğu çekmesi nedeniyle çocukluğunda bir ayakkabı yapımcısının yanında çıraklık yaptı. Çalıştığı yer Fatih Camisi'nin yakınıdaydı. Güzel giyimli medrese öğrencilerini görüp onlara imreniyor, onlar gibi olmak, onlar gibi okumak istiyordu.Mahalle imamlarından ders görmek ona yeterli gelmiyordu. Çok genç yaşlarda içinde şiire karşı bir
heves doğduğunu da sezince, çıraklığı bıraktı ve büyük bir öğrenme tutkusuyla medreseye devam etmeye
başladı. Döneminin ünlü hocalarından yararlandı; onların gözüne girmeyi başardı. Böylece bazen özel dersler de alarak bilgisini arttırdı.Bu dönemdeki arkadaşları arasında sonradan büyük üne kavuşacak kimseler vardı. Bunlar arasında Nev'i gibi şairleri, Hoca Sadeddin gibi önemli bilginleri sayabiliriz. Bâkî yazdığı şiirleri ilk kez Zâtî'ye götürdü. Döneminin önde gelen ve saygı gören şairlerinden olan Zâtî, Bâkî'nin şiirlerindeki ustalığa
inanamadı, şiirleri başkalarının şiirlerinden esinlenme sanıp önemsemedi ve genç şairle ilgilenmedi. Ama bu
şiirlerin Bâkî'nin kaleminden çıkmış olduğunu anlamakta gecikmedi ve beğenisini, giderek hayranlığını belli
etmekten çekinmedi. Böylece bâkî daha 19 yaşındayken, İstanbul'da şairler arasında adından söz edilen bir şair olmuştu. Bu arada öğrenimini sürdürüyor, ünlü müderris (hoca) Kadızade Ahmed Şemseddin Efendi'den ders alıyordu. Kendisine yakın ilgi gösterip, kollayan hocasının aracılıyla dönemin önemli bilgin, aydın ve önde gelen devlet adamlarıyla tanıştı. Böylece padişaha yakın bir çevrenin içine girdi. Sonunda 1555 başlarında
Nahcivan Seferi'nden dönen Kanuni Sultan Süleyman'a, yaşamının yolunu değiştirecek ünlü kasidesini sunabildi. Kendiside bir şair olan Kanuni, Bâkî'ye, Murad Paşa Medresesi'nde müderrisliğe getirilmiş, yaşama düzeyi yükselmiş ve rahata kavuşmuştu. Ama Kanuni 1566'da ölünce Bâkî en büyük koruyucusunu
yitirmiş oldu. Padişahın ölümü üzerine duyduğu acıyı büyük bir içtenlikle dile getirdiği ünlü mersiyesi bu alanda
seçkin bir örnektir. Kanuni zamanında bile, onu padişaha sık sık şikayet etmekten çekinmeyen kötü niyetli kişiler, II. Selim'in padişahlığının ilk yıllarında etkili olmayı başardılar ve Bâkî'nin durumunu saratılar. Zamanla
eski saygınlığını kazanan Bâkî , III. Murad 1574'te padişah olunca yeni görevlere atandı. Ama bir süre sonra gene gözden düşerek İstanbul'dan uzaklaştırıldı. 1579'da Mekke kadısı, 1580'de de Medine kadısı olarak atandı. Daha sonra da İstanbul kadılığına getirilen Bâkî'nin, gözü erişebileceği en yüksek görev olan şeyhülislamlık'taydı. 1595'te padişah olan III. Mehmed'e yazdığı övgülerle bu yere ulaşabileceğini umduysada
şeyhülislam olamadı. Yaşamının son dönemini amacına ulaşamamış olmanın verdiği üzüntü içinde geçiren Bâkî
İstanbul'da öldü. Bâkî, yaşamdan tat almayı amaçlayan zevke ve eğlenceye düşkün, neşeli, hoşsohbet ve
yükselme hırsı olan bir kimseydi. Gerçekten de şiirlerinde bu özelliklerinin tümü görülür. Dinsel konularla hemen hemen hiç ilgilenmemiş, çoğunlukla aşkı konu alan şiirler yazmış; kısa ve geçici olarak nitelediği yaşamın tadını çıkarmak isteyen bir şair olarak ün kazanmıştır.Döneminin şiir geleneğine uyarak az da olsa felekten, yazgıdan söz ettiği, yakındığı karamsar şiirleri de vardır. Şiirlerinde doğa görüntüleri önemli bir yer tutar. Ağaçlara çiçeklere, kuşlara, atlara duyduğu sevgiyi coşkulu bir dille anlatır. Ama doğa, onun şiirinde yalnızca betimleme olarak kalır. Derine inmeden, uyumlu, yumuşak iniş çıkışları olan akıcı bir anlatımı vardır. Şiirleri oldukça yalın ve açıktır;  anlam karışıklığına yol açmadan belli bir anlam üzerinde yoğunlaşır. Gene de şiirleri söz oyunları, ustaca yaratılmış ince ve güzel imgeler açısından çok zengindir. Bâkî'nin şiirlerinin bir özelliği de, döneminin rahatlığını ve görkemini yansıtmasıdır. Günlük dili alabildiğine rahat kullanmış, halk deyimlerinden de yararlanarak yalın ve akıcı bir söyleyişe ulaşmıştır. Çok az şiirinde Arapça ve Farsça sözcük ve tamlamalar kullanmıştır. Bazı beyitleri tümüyle Türkçe'dir. Bu özelliğiyle Divan şairleri arasında az
bulunur bir yeri vardır. Bâkî'nin bütün şiirlerini derleyen tek bir Divan'ı vardır. 1859'da basılan Divan'ı yeni harflerle Sadeddin Nüzhet Ergun tarafından Bâkî Divanı adıyla 1935'te yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder